Netanyahu’nun alamadığı o yazıt İstanbul’a nasıl getirildi?

Netanyahu’nun alamadığı o yazıt İstanbul’a nasıl getirildi?

İsrail Başbakanı’nın Türkiye’den alamadıklarını anlattığı Siloam Yazıtı’nın çok ilginç bir İstanbul’a getiriliş öyküsü var. Köylülerin yerinden çıkardığı yazıt önce Kudüslü bir zenginin eline geçiyor, Osmanlı soruşturma açıyor. Kökleri Sakız Adası’na uzanan iki Osmanlı bürokratının, Osman Hamdi Bey ve İbrahim Hakkı Paşa’nın ısrarlarıyla bulunarak İstanbul’a getiriliyor

Gizli Tanık Serdar Sertçelik’in Firar Davası Sil Baştan!..

Gizli Tanık Serdar Sertçelik’in Firar Davası Sil Baştan!..

Bora Kaplan’ın suç örgütü lideri olduğu suçlamasıyla 68 yıl hapis cezasına çarptırıldığı davanın hem sanığı hem de gizli tanığı olan Serdar Sertçelik’in yurtdışına firarında ihmalleri olduğu suçlamasıyla 6’sı emniyet personeli 11 sanık hakkında açılan davanın sil baştan görülmesine karar verildi. Davaya bakan Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesi dört celse sonra… Gizli Tanık Serdar Sertçelik’in Firar Davası Sil Baştan!..

Bilgiç: Çukurova tarımın kalbidir

Bilgiç: Çukurova tarımın kalbidir

ATB Başkanı Şahin Bilgiç, 2025-2026 Eğitim ve Öğretim yılının başlaması dolayısıyla Adana Ticaret Borsası’nın (ATB) yapımına katkı sağladığı ve ismini taşıyan Adana’daki üç okul ile Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)’nin Adana’ya kazandırdığı Tarım Lisesini ziyaret etti. Ziyaretlerde ihtiyaç sahibi öğrencilere ulaştırılmak üzere, TOBB’un 367 oda ve borsayı kapsayan “Eğitim Yardımı Kampanyası” kapsamında hazırlanan yardım çekleri de okul idarecilerine teslim edildi.

Ayvalık Uluslararası Film Festivali

Ayvalık Uluslararası Film Festivali

Festival mevsimi Ayvalık’la start alıyor... Ege’nin şirin tatil beldesi sonbaharı film festivaliyle karşılıyor. Dün başlayan ve 21 Eylül’e kadar sürecek şenlikte çoğu ödüllü toplam 65 yapıt izleyiciyle buluşacak, gösterimler sonrası filmlerin yönetmen, oyuncu ve yapımcıları seyircilerin sorularını yanıtlayacak.

Öğrencilere neden herkes sahip çıkmalı?

Öğrencilere neden herkes sahip çıkmalı?

Öğrenciler sadece anne babalarının değil ülkemizin de en değerli varlıklarıdır. Onlar ne kadar mutlu, güçlü ve donanımlı olursa geleceğimiz o denli görkemli olacaktır… Eğitim elbette devletin asli görevi ve hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese en iyi eğitimi vermesi ve her birini ilgi, yetenek ve hayalleri doğrultusunda geleceğe en iyi şekilde hazırlaması anayasal bir zorunluluktur. Peki bunu, bugüne kadar başarabildik mi? Başaran ülkeler var mı? Bu mümkün mü?.. Elbette mümkün, başaran ülkeler de var ve bizim de başarılı olduğumuz dönemler olmadı değil… “Eğitim reformu ufak ülkeler için sorun değil ama büyük ülkeler için çok zor” yönünde bir algı söz konusu. Kısmen doğru ama Japonya ve Çin örneklerini gördükten sonra “zor ama imkânsız değil” demek mümkün!.. Ülke olarak devletiyle milletiyle eğitimi baş tacı eden bir ülkeyiz. Hem devlet bütçesinden hem de aile bütçesinden en büyük payın eğitime ayrılması bunun önemli bir göstergesi. Peki bu kadarı yeter mi, yetiyor mu, yetmeli mi? Elbette yetmiyor durum ortada ama çok daha önemlisi ayrılan kaynakların ne kadarının doğru kullanılıyor ve ne kadarının daha iyi eğitim için harcanıyor olması? Günlerdir zorunlu bağış var mı yok mu tartışması yaşanıyor. Bakanlık yok diyor, veliler tam tersini iddia ediyor. Milli Eğitim bütçesinin dörtte üçü maaşlara gittiği için okullara gönderilen kaynaklar kısıtlı. Zorunlu bağış konusu bu yüzden sadece bugünün değil en az yarım asırlık bir sorun. “Ya bağış yaparsınız ya da çocuklarınız yazın sıcaktan, kışın soğuktan mustarip olur, hijyen koşullar sağlanamaz, yemek verilemez, her türlü imkânları kısıtlı hale gelir” denildiğinde akan sular duruyordu. Parası olmayandan zorla istenmez, parası olan gücü yettiği kadarını verirdi. Sonraları toplanan bağışların farklı amaçlar için harcandığı tartışmaları yaşanınca önce bağışlar durdu, sonra da zorunlu hale geldi. Çünkü başka çare de yoktu. Ankara “Bağış yok, gönderdiğimiz para da bu kadar başınızın çaresine” bakın diyor, iki arada bir derede kalan okul müdürleri de çareyi zorunlu bağışta buluyor. Bu dün de böyleydi, bugün de aynen devam ediyor… Çok uzun yıllardır “Mademki ille de gerekli, mademki zorla alınıyor o zaman bunun adı konulsun, yasal düzenlemeler yapılsın ve bu tartışmalar yaşanmasın” deniliyor ama buna da oy kaybettirir gerekçesiyle bugüne kadar hiçbir iktidar sıcak bakmadı. Yemek, yurt, kitap, burs, kıyafet, spor, sanat ve diğer etkinliklere yönelik tartışmaların merkezinde de hep kaynak yetersizliği ve kaynak israfı var! Altyapı sorunlarını sürdürülebilir bir şekilde çözemediğimiz için de bu konuları konuşmanın ötesine geçip eğitimin içeriğine, dünyadaki gelişmelere, öğrencilerin mutluluğuna bir türlü odaklanamıyoruz. İşte bu yüzden ivedilikle iki konuda karar almak zorundayız. Bunlardan ilki kaynak ve hizmet yelpazesini genişletmek, ikincisi ise bu kaynakların ve sağlanacak hizmetlerin en doğru şekilde kullanılması! Eğitim mademki memleket meselesi, mademki bir beka sorunu haline geldi ve mademki çocuklarımız hem eğitimden hem de eğitim sonrasından fazlasıyla mutsuz, o zaman üzümün çöpü, armudun sapıyla uğraşmayı bir kenara bırakıp herkesin taşın altına elini koymasını sağlamalıyız. Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda mesleki eğitimin finansmanını ilgili sektörler sağlıyor, yine pek çok ülkede okulların cari giderlerine yerel yönetimler destek oluyor. ABD benzeri ülkelerde ise mezunların bağışları en önemli gelir kaynaklarından birisi… Dünyadaki modeller yakından izlenmeli ve bize özgü yeni bir model inşa edilmelidir. Kalkınmış ülkelerde okul bütçelerinin, özellikle de yükseköğretimde, üçte birini devlet ya da vakıf; üçte birini bağışlar, yerel yönetimler ve öğrenciler; üçte birini de üniversiteler ürettikleri bilim ya da farklı danışmanlık hizmetleri ile kendileri sağlıyor. Bizdeki okullar ya da üniversiteler genelde hep tek ayak üzerinde duruyor. Finansmanı ya devlet sağlıyor ya da öğrenciler yani veliler. Hele bir de bu kısıtlı kaynaklar çarçur edilince ekonomik sıkıntı içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Sonuçta da hak ettiği eğitimi alamayan öğrenciler, hak ettiği refaha ulaşamayan halkımız ve hak ettiği güce erişemeyen ülkemiz mağdur oluyor. Bu kısır döngüyü kırmanın zamanı hâlâ gelmedi mi? Hani söz konusu eğitim ise gerisi teferruattı?.. Özetin özeti: Eğer bu, şu, o değil de “BİZ” olmak istiyorsak bunun yolu eğitim gibi eğitimden geçiyor. “Milli” olması da bu yüzdendir!..

Sürekli uykulu olmanızın nedeni

Sürekli uykulu olmanızın nedeni

Eylülle birlikte sonbahar kapımızı çaldı. Günler kısalıyor, sabahları uyanmak biraz daha zorlaşıyor ve birçok kişide ‘mevsimsel yorgunluk’ olarak da bilinen o ağır his kendini gösteriyor. Ancak sürekli uykulu hissetmek sadece mevsimin değişmesiyle açıklanacak kadar basit değil. Son dönemde yapılan bilimsel araştırmalar, bu hâlin kanımızdaki bazı metabolitlerle, hormon dalgalanmalarıyla ve hatta tabağımıza koyduğumuz besinlerle doğrudan ilişkili olabileceğini ortaya koyuyor. Yani gün içerisindeki yorgunluğunuzun sebebi sofranızda eksik kalan omega3’ler ya da fazla tüketilen işlenmiş gıdalar olabilir. Sonbaharı daha enerjik geçirmek için belki de işe mutfağımızdan başlamak gerekiyor. Peki bu hâli tetikleyen veya destekleyen adımlar neler? Kanda yedi metabolit Geçtiğimiz günlerde Lancet eBioMedicine dergisinde yayımlanan çok yeni bir çalışma, aşırı gündüz uykululuğu (EDS:excessive daytime sleepiness) ile ilişkili yedi farklı kan metabolitini tanımlamış. Çalışmada, omega-3 ve omega-6 yağ asitleri bakımından zengin beslenmenin bu uyku hâlini azaltma potansiyeli olduğu gözlemlenmiş, buna karşın fermante gıdalar, şarküteri ürünleri veya olgunlaşmış yiyeceklerde bulunan bileşikler, uyuklama hissini artırabilecek faktörler arasında yer alıyor. Ayrıca bu metabolitler uyanıklık-uyku döngüsünü etkileyen uyku ilişkili süreçlerle bağlantılı bulunmuş. Çalışmanın coğrafi genişliği de dikkat çekici. Sonuçlar ilk olarak Latin Amerika’da yapılan araştırmadan elde edilmiş, sonra İngiltere, Finlandiya gibi ülkelerdeki verilerle doğrulanmış. Bu da daha genel geçer biyolojik bağlantılar olabileceğini düşündürüyor. Beş adımda destek 1) Omega-3 ve omega-6’yı yeterli miktarda alın Balık (özellikle yağlı balıklar somon, sardalya, uskumru), keten tohumu, ceviz gibi kaynaklara haftada en az iki, üç porsiyon yer verin. Dikkat, fazla omega-6 alımı (özellikle işlenmiş gıdalardan ve bitkisel yağlardan) vücutta inflamasyonu artırabiliyor. Omega-3’ü artırıp omega-6’yı kontrol altında tutmanın, kalp sağlığı, beyin fonksiyonları ve inflamasyon açısından da oldukça faydalı olacağını hatırlayın. 2) Düzenli öğünler ve protein dengesi Kan şekeri düşüklerinden kaynaklanan ani yorgunlukları azaltmak için öğünleri atlamayın. Bitkisel ve hayvansal kaynaklardan yeterli ve dengeli protein alımı uzun süre tok kalmayı ve enerji düzeyinin dalgalanmamasını sağlar. 3) Su tüketimi ve hidrasyon Dehidrasyon neredeyse her zaman yorgunlukla ilişkilidir. Gün boyu yeterli su içmek, vücut fonksiyonlarının düzenli işleyişine destek olur. Aynı zamanda elektrolit dengesi de önem taşır. 4) Uyku hijyeni ve yaşam tarzı Günde yedi, sekiz saat uyku, düzenli yatma-kalkma saatleri belirlemek, elektronik cihazları uyumadan önce azaltmak, nefes egzersizleri, meditasyon gibi stres yönetimi uykunun verimliliğini artırır ve gündüz uykululuğunu azaltır. 5) Mevsimin gücünden faydalanın Beslenme düzeninde küçük değişiklikler, bu dönemde enerjinizi yeniden kazanmak için büyük fark yaratabilir. Özellikle ekim ayının yaklaşması ile mevsimin sunduğu bal kabağı, pancar, havuç gibi rengarenk sebze meyveler içerdiği beta-karoten ve antioksidanlarla bağışıklığı güçlendirirken, tam tahıllar ve kuru baklagiller de gün boyu kan şekerini dengede tutarak ani enerji düşüşlerini önler. Akşamları ağır yemekler yerine sindirimi kolaylaştıran sebze çorbaları veya bitkisel proteinli salataları tercih etmek, gece uykunuzun kalitesini artırarak gündüz yaşanan sürekli uykulu hisse karşı doğal bir destek sunabilir.

Ege’den yola çıkan film rüzgârı

Ege’den yola çıkan film rüzgârı

Yılın o dönemi diye bir şey var, yazın bitmekte oluşunu üzücü bir şey olmaktan çıkarıyor. Nedir, film festivallerinin sıraya girişi. Pazartesi İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin kapanışı yapıldı, dün Ayvalık’ın rüzgârı, dalgası ve tarihi mirasını logosuna taşıyan Ayvalık Uluslararası Film Festivali Ayvalık Belediyesi Büyük Park Amfitiyatro’daki tören ve Joachim Trier’in merakla beklenen “Manevi Değer”inin Türkiye prömiyeriyle açıldı. Seyir Derneği tarafından düzenlenen festivalin sahiden çok parlak bir programı var, insan aynı saatte birkaç yerde birden olmak istiyor. Ben de hangi birinden söz etsem bilemiyorum, birkaçını sıralayayım, siz www.ayvalikff.org adresinden bakarak seçiminizi yapın. Cannes’dan, Berlin’den, Venedik’ten adlarını duyduğumuz pek çok filmin Türkiye’deki ilk gösterimi yapılacak festivalde. Örneğin filmlerinde İran İslam Cumhuriyeti’ndeki insan hakları ihlallerini konu edinen ve yasakları aşıp sinema yapabilmek için yaratıcı yollar üreten Cafer Panahi’nin Altın Palmiyeli filmi “It Was Just An Accident”. Yurt dışı yasağından ötürü yıllarca hiçbir festivale gidemeyen Panahi bu yıl uzun bir aradan sonra Cannes Film Festivali’ne katılıp ödülünü kendisi alabildi. Christian Petzold’ün son filmi “Aynalar No:3 Okyanusta Bir Tekne”. Geçirdikleri araba kazasında erkek arkadaşını kaybeden bir kadın iyileşme sürecini tesadüfen tanıştığı bir kadının evine sığınarak geçiriyor. Petzold’den yine kırsalda az sayıda karakter arasında geçen bir hikâye ve tahmin etmek güç değil ki o sadeliğin içinde gizli derinlik. “Mavi Ay”. Efsane olmuş “Before” üçlemesinin, “Boyhood”un yönetmeni Richard Linklater’ın tek gecede bir barda geçen filmi. Yıl 1943, ünlü söz yazarı Lorenz Hart Manhattan’da “Oklahoma!” müzikalinin prömiyerinden çıkıp gelecek kalabalığı beklemekte. Birlikte müzikallere imza attığı besteci ortağı Richard Rodgers ilk kez başka bir söz yazarıyla çalışmış ve bunu hazmetmekte zorlanan Hart için zorlu bir sınav. Ethan Hawke başrolde, Andrew Scott da Richard Rogers rolüyle Berlin’de Gümüş Ayı aldı. Wes Anderson’ın Benicio del Toro’lu (Ve Tom Hanks, Bryan Cranston, Scarlett Johansson, Benedict Cumberbatch, Willem Dafoe, Bill Murray’li) yeni filmi “Fenike Planı” zengin bir iş insanının hikâyesini anlatırken Dardenne Kardeşler’in reşit olmayan anneler ve anne adaylarının kaldığı sığınma evine yaptıkları ziyaretten çıkan filmi “Genç Anneler” yoksulluk, aile içi şiddet, bağımlılık gibi sorunlarla boğuşurken anne olmaya hazırlanan dört genç kadının hayatına odaklanıyor. Bunlar sadece birkaç başlık, programda dünyadan ve Türkiye’den pek çok önemli film var. Gösterimlerin Ayvalık Belediyesi Büyük Park Amfitiyatro, Vural Sineması, Fabrika Ayvalık, Kırlangıç Ayvalık ve ASKEV Sera’da gerçekleşeceği festivalde paneller, söyleşiler de olacak. Bu arada bu filmler Ayvalık’ta Türkiye prömiyeri yaptı, sonra ne olacak diyenler için cevap 3 Ekim’de İstanbul’da başlayıp Ankara, İzmir, Eskişehir’de devam edecek Filmekimi’nin programında. Ege’den yola çıkan film rüzgârı memlekete yayılıyor. İzmir’de festivale gençlik aşısı Sinema ile müziğin kesişim noktasında hayat bulan İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, Vecdi Sayar’ın direktörlüğünde beşinci kez düzenlendi ve Institut Français İzmir’de Meltem Cumbul’un sunduğu sade ve samimi ödül töreniyle kapandı. Uluslararası Yarışma’nın kazananı Gregory Magne’ın “Müzisyenler” filmi oldu. Sinemamızın Müziği jürisi Gürcan Keltek – Murat Gültekin imzalı ses tasarımıyla “Yeni Şafak Solarken”e Jüri Özel Ödülü, Türker Süer’in “Gecenin Kıyısı” filmiyle de Ozan Tekin’e En İyi Müzik Ödülü verdi. Onur Ödülü’nün Derya Köroğlu ve Selim Atakan’a verildiği gecede iki usta müzisyenden şarkılar dinledik. Festivalin en anlamlı kararlarından biri İzmir’deki farklı üniversitelerin öğrencilerinden gençlik jürisi kurmak olmuş. Onların seçtiği En İyi İlk Film Nehir Tuna imzalı “Yurt” idi. Festivallerin bulundukları kentin gençliğine yatırım yapması, onları işin içine katması çok kıymetli. Ancak böyle uzun soluklu ve kalıcı olabilir. İmece usulü hayata geçirilen bu festivalin önümüzdeki yıllarda daha sağlam şekilde desteklenip güçlendiğini görmeyi diliyoruz.

2484 lira daha

2484 lira daha

Kocaeli'nde dünkü altılıyı bularak okuyucularımıza bu kez 2484 lira kazandırdık ve bugünün sermayesini yaptık. Bugün İstanbul'da üçüncü ayaktaki Özmen Bey'i birinciliğe yakın görüyorum. Start aldığı dört yarışından üçünü kazanan bu safkanın bir kez daha finişi önde geçmesini bekliyorum. Rakip isterseniz Bay Mırık ile Kayıpsız'ı değerlendirin. Günün sürprizi olarak ikinci ayaktaki Sarmat'ı tavsiye ederim. Herkese bol şanslı bir gün diliyorum.

Gölgedeki kahramanlar

Gölgedeki kahramanlar

Eurobasket 2025 finalinde açıp okumamız gereken çok değerli tarih sayfaları var. Burada yazacaklarım kuşkusuz ilk kez benden okuyacağınız gerçekler değil. Daha ayrıntılı bilenler de vardır. Genç kuşaklar ve duymayanlar bilsin diye yazıyorum. Aydın Örs ve Ergin Ataman… Pazar günü oynanan büyük finalin iki kahramanı... Aydın Örs hocamız, Efes’de 1992’den 1998’e kadar Ergin Ataman’la birlikte çalıştı. Aydın Hoca alt yapının başındayken, Ergin Hoca da yardımcılığını yapıyordu. Sonraki değişimlerle A takımında görevi paylaştılar. 1996’da Koraç Kupası’nı kazandı Efes. Türkiye’nin basketbolda aldığı ilk uluslararası kupa. Aydın Örs Efes’le 5 Türkiye Ligi şampiyonluğu, 4 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası kazandı. 1999’un ilk aylarında görevden ayrıldı. Daha önce kulüp değiştiren Ergin Ataman baş antrenörlüğe davet edildi. Anadolu Efes olarak adını değiştiren kulüpte hayal ötesi başarılara imza attı Ataman. 6’şar kez Türkiye Ligi şampiyonluğu ve Türkiye Kupası kazandı. İki kez EuroLeague Kupası’nı alan hoca, geçen yıl da Panathinaikos’la aynı başarıyı gösterip taraftarların gönlünde taht kurdu. “Dünya ve Olimpiyat madalyaları da gelir!” Aydın Hoca ile konuştum. TBF Eğitim Dairesi Başkanı olarak antrenör eğitiminde görev alan Örs, Ergin Hoca’nın genç antrenörlere de ilham verdiğini söylüyor. Şunları da anlatıyor: ”Maçı kazanmak, kupa ve madalyalar almak Ergin Hoca’nın değişmeyen tutkusudur. Dar rotasyonda elindeki oyuncuları çok iyi yönetti. Son dört dakikaya önde girdik. Orada yaptığımız yanlış tercihler ve atışlar, topu kaybetmemize ve Almanlar’ın öne geçmesine neden oldu. Yine de maç başına 101 sayı ile oynayan rakibi 88 sayıda tutmak önemlidir. 91 sayı ortalamasıyla oynayan takımımızın 83’de kalması ise son top kayıplarıyla açıklanabilir. Gümüş madalyayı kazanmak, finale uzanan yolda güçlü rakiplere karşı yenilmeden elde ettiği kazanımlar dikkate alındığında çok değerlidir. Ergin Hoca ve oyuncularının Dünya şampiyonaları ve olimpiyat oyunlarında da çok başarılı olacağına madalyalar kazanacağına inanıyorum.” Yakovos Bilek efsanesi Yakovos Bilek 1917’de İzmir’de doğdu. Genç yaşta çok başarılı bir basketbolcu olarak parladı. Ancak oyunculuğun ötesinde tam bir spor adamı portresi çizdi. Bir portre demek yanlış. Hakem, yönetici, spor eğitimcisi olarak birkaç portre çiziyordu. En önemli özelliği de vizyoner kişiliğiydi. Yakovos Bilek Rum vatandaşlarımızdandı. Türkiye Cumhuriyeti’ne yürekten bağlı, Türklüğü her şeyin önünde tutan örnek insandı. 6-7 Eylül 1955’in azınlık gayrimüslimlere karşı kırıcı ve acımasız olaylarla dolu sonuçları, Yakovos’un da kalbini kırmıştı. Hele “ekalliyetler” (azınlıklar) diye küçümsenmeleri gücüne gidiyordu. Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’e bir mektupla içini döktü. Daha sonra Almanya’ya gitti. O yıllarda basketbol, Alman liselerinde spor dallarından biri olarak tanıtılıyor ve bazı okul takımları dışında düzenli bir ligde oynanmıyordu… Bilek, kendisini uluslararası hakemliğinden tanıyan Alman spor adamlarıyla birlikte kolları sıvadı. Uzun boylu Alman gençlerini çeşitli kulüplerde topladı. Kurs ve antrenmanlarla oyunu öğretti. Alman Basketbol Federasyonu’nun etkinliğine derinlikler kazandırdı… Yakovos Bilek sayesinde Almanlar disiplinli çalışmalarıyla hızlı bir gelişme sergilediler. Olimpiyat ve Dünya Şampiyonası maçlarına katıldılar. Dirk Nowitzki gibi NBA yıldızları da yetiştirdiler. Günümüzde basketbolu seven her Alman, Yakovos Bilek’i saygıyla anar. Alman Basketbol Federasyonu’nda fotoğraflarıyla kaplanmış bir duvarda hizmetleri anlatılır. TV belgesellerinde Alman toplumunun hafızasına kazınmış bir kahramandır. Aydın Örs, Yakovos Bilek’e sormuş:” Oradakilerle buradakilerin farkı ne?” Gülmüş Yakovos: “Bizimkiler Akdeniz çocuğu… Çalımı top sürmeyi beceriyorlar. Almanlar daha disiplinli. Mesela uzaktan şut tekniği göster, sen bırakın diyene kadar 200-300 atış yaparlar. Bizde olsa, başında beklemezsen 10 dakikada dağılırlar.”