Alma olmak ya da olmamak

Alma olmak ya da olmamak

Ajda Pekkan’ın estetik ameliyatlarının çarpıcı sonuçlarını izlediğimiz bir yarım asrı geride bıraktık. Pekkan yüzüne yaptığı estetik müdahaleleri sürdürüyor. Sağlıklı yaşam ve sporla bedeni hep koruma altındaydı zaten. Sonuç 80’ine gelmiş, ifadesinden çok şey kaybetse de 60’a merdiven dayamış bir süperstar görüntüsü. O yarım asırda biz Ajda Pekkan’ı edilgin bir şekilde izlemekle yetindik uzun süre. Ama son 20 yıldır kadın, bizzat bu pratiğin içinde etkin özne olarak yer alıyor. Göz kapaklarının sarkıtları kesilip orijinaline uygun dikiliyor. Dudaklar, evlerden ırak; balon gibi şişirilmiş hâlde. Botoks ve dolgu, nemlendirici sürmek kadar sıradan hâle geldi. Tabii bunları yaparken zayıf olmak da şart. Her biri kadına dayatılan güzellik performansının bileşenleri. Ortaya çıkan görüntü başka bir yazının konusu. Ama şu bir gerçek ki, kadınlar giderek Ajda Pekkan estetiklerini geride bırakıyor. Bunu yaparken de 40’lı 50’li yaşlarını beklemiyor. 20’lerden itibaren dermatologların, estetik ve plastik cerrahlarının yolu tutuluyor. Çünkü dün olduğu gibi bugün de kadın güzel ve zayıf olmak zorunda. Yaşadıkları mahallelerde gerçekleşen kraliyet balolarında prens onu seçsin diye… Bir kısmı kendine duyduğu güven ve saygıyı artırmak için. Daimi bir güzellik ve gençlik pompalaması içinde geride kalmamak adına. Ve benzeri gerekçelerle. Erkeğin böyle dertleri yok. Onlar Grimm Kardeşler’in “Külkedisi” hikâyesindeki gibi en güzeli seçmekle mükellef prensler. Seçilen olmak durumunda kaldıklarında bile rahatlar. Gözlerinin yanındaki kaz ayaklarını dert etmiyorlar. Patriyarkanın güzellik kodları hep onlardan yana. Norveçli yönetmen Emilie Blichfeldt’in senaryosunu yazıp yönettiği MUBI’de gösterime giren “Çirkin Üvey Kardeş”, kadının üzerindeki bu güzellik baskısını body horror türünde son derece etkileyici bir bakışla inceliyor. Orijinal masalın “güzellik ve iyilik kardeştir” mesajını yerle bir ediyor. Güzelleştikçe kötüleşmenin korku dolu şiirini yazıyor. Beklenmedik final Hikâye, Swedlandia Krallığı’nda geçiyor. Rebekka isimli bir kadın, ülkenin zengin erkeklerinden biri olan Otto ile evleniyor. Rebekka’nın Elvira ve Alma isimli iki kızı var, Otto’nun kızı ise Agnes. Elvira’nın sorunlu (!) yüz hatlarına rağmen Agnes sarışın, mavi gözlü bir su damlası. Düğün gecesi yemek sırasında, bütün aile mutlu bir şekilde sofranın etrafında şakalaşırken Otto ansızın ölüveriyor. Bu ölümle birlikte zengin olmadığı ortaya çıkıyor. Kocasının cenaze töreniyle ilgilenmesi gereken Rebekka, ondan kalan son paralarla kızı Elvira’ya yatırım yapmayı tercih ediyor. Çünkü Prens Julian yakında bir balo verecek ve orada en güzel bâkire kızı seçecek. Bu kız neden Elvira olmasın? 19.YY koşullarında bir dizi estetik operasyondan geçiyor Elvira. Ağzındaki diş telleri iri bir kerpetenle sökülüyor. Yamuk burnu, dev bir ameliyat çekiciyle kırılıp düzeltiliyor. Burnunda pirinç bir burunlukla dolaşmaya başlıyor. Çipil mavi gözlerini ortaya çıkarmak için, onlarca kirpik dikiliyor gözlerine, iğnelerle. Bunlar yetmez tabii. Sürekli pasta ve börekle beslendiğindenyiyecekleri içeriden yok etmesi için tenya yutuyor. Kötü beslenmeden saçları dökülüyor. Ürkütücü grotesk sahnelerde. Kan ve acı. Çığlık çığlığa güzelleşmeye ve Prens’in gönlünü kazanmaya çalışan bir genç kız. Bu arada potansiyel tehlike Agnes’e külkedisi rolü veriliyor Rebekka tarafından. Elvira güzelleştikçe acımasızlaşıyor. Agnes’e yapmadığını bırakmıyor. Sonrası Agnes’e ölmüş annesi tarafından hediye edilen elbise ve bir çift ayakkabı. Gece yarısı balkabağına dönüşecek ödünç balo ihtiyaçları. Ve balo gecesi. Prens’in dans etmek için Elvira’yı seçmesi. Yüzünde peçeyle salona giren Agnes’i görünce, Elvira’yı bırakıp ona koşması. Saat 12’de geriye kalan tek ayakkabı, Elvira’nın son bir umut o ayakkabının içine girebilmek için ayak parmaklarını kesmesi. Beklenmedik final sahnesinde güzellik uğruna kendi hayaletine dönüşen bir genç kızın dramıyla baş başa kalıyoruz. Hikâyenin sonunu, ablasından farklı olarak, annesinin etkisinde kalmayıp güzellik dayatmasının dışında yaşamayı başarmış Alma belirliyor. Filmin asıl kahramanı o aslında. Keşke bir film izleyip hayatımız değişebilseydi. “Çirkin Üvey Kardeş”in böyle görkemli bir gücü yok elbette. Ama değişimin yollarını açacak güçlü bir bakışı var. Kadını “Ne uğruna?” sorusunu sormaya ikna eden bir yapısı. Sahile vurmuş deniz yıldızlarından bir tanesinin bile yaşamı değişse kârdır. Alma olmak ya da olmamak. Bütün mesele bu. İyi pazarlar.

Haftanın albümü: 'Perimenopop'

Haftanın albümü: 'Perimenopop'

Sophie Ellis-Bextor’ın yeni disco-pop albümü, Son 20 yılını beş çocuk büyüterek geçirmiş 46 yaşındaki bir eski pop yıldızının geri dönüşünün son aşaması. ngiliz şarkıcı Sophie Ellis-Bextor, 2023’te “Saltburn” filmiyle gündeme gelmişti. Hatırladınız mı, hani son sahnesinde Barry Keoghan’ın canlandırdığı karakter anadan üryan dans ederek kocaman malikânenin odalarında dolanıyordu (daha fazla anlatmayayım izlemeyenler olabilir). O sahnede Ellis-Bextor’ın “Murder On The Dance Floor” adlı 2002 tarihli hit şarkısı çalıyordu. İşte bu, tarihin büyük geri dönüşlerinden biri oldu. İnsanlar bir anda Sophie Ellis-Bextor’ı hatırladı. Unutulmuş hit şarkılar özel ilgi alanım. Bu tip geri dönüşlere ayrıca bayılıyorum. Bu geri dönüşe de bayılmıştım. Biz Sophie Ablamızı İtalyan DJ Spiller ile birlikte yaptıkları bir büyük dans hit’i ile hatırlıyoruz. (Biz, yani 2000 yılında çıkan bir şarkıyı hatırlayacak kadar uzun yaşamayı başaranlar.) Bu şarkı “Groovejet” (If This Ain’t Love) idi. O dönem MTV’de çalınan iki şarkıdan biriydi herhalde. Abartıyorum ama frekansı ancak böyle anlatabilirim. Ellis-Bextor yıllarca sessiz kaldı. Bir-iki kısa turne yaptı ve 2000’lerde daha çok evinin kadını oldu. Saltburn’e kadar da Instagram’da çocuklu anne postları atan bir eski ünlüydü. Evet aralarında prodüktörlüğünü Ed Harcourt’un yaptığı “Hana” gibi albümler de olan çalışmaları var bu dönemde ancak geri dönüş öncesinde kalıyor bunlar). Nostalji turu O dönem The Feeling grubunun basçısı Richard Jones, Ellis-Bextor’ın turnesine müzisyen olarak katılmak için seçmelere katılmış, bir aşk doğmuş, çift evlenmeye karar vermişti. Sophie Ellis-Bextor’ın en büyüğü 2004, en küçüğü 2019 doğumlu beş oğlu var. Çocuğu olanlar bir çocuğun ne demek olduğunu, hele erkek çocuğun ne demek olduğunu bilir. Beş çocuk, kabul edelim, büyük bir hadise. Instagram’daki mizahi paylaşımlarıyla (bir nevi gülüyorum ağlanacak hâlime durumu) hayatına bir nebze olsun eğlence katmayı amaçlayan şarkıcı, “Saltburn”ün ardından yeni bir fırsat yakaladı ve bunu iyi kullandı. Tematik partiler düzenledi, nostalji turları yaptı, eski şarkılarını bol bol söyledi ve işte neticede yeni bir pop albümüyle karşımızda. 2023’te “Saltburn” ile başlayan geri dönüş bu hafta sonu yayınlanan yeni albüm “Perimenopop” ile somut bir meyve vermiş oldu. Albümün adı elbette 46 yaşındaki Ellis-Bextor’ın içine girmekte olduğu yeni dönemle ilgili bir gönderme. Disko-pop’un her zaman hafif, insanı dertten tasadan uzaklaştıran bir havası var. Ellis-Bextor bu duyguyu çok iyi yakalıyor. Hangi döneme girerse girsin neşesini, eğlencesini kaybetmiyor. İlk single “Freedom Of The Night” genel hakkında ipuçları vermişti. Bir ayağını ‘70’lere basmış disco pop. Özeti bu. “Relentless Love”, “Stay On Me”, “Taste”, “Dolce Vita” benzer nitelikte birbirini andıran şarkılar. “Time”datempo hafifliyor ancak yine yükselecek ve albüm son şarkı “Layers” ile yine yükselecek. “Heart Sing” kişisel favorim oldu. Albümün belki en yavaş ritimli şarkısı olması etkisini azaltmıyor. Ellis-Bextor bu albümden yeni bir hit çıkarmayı başarır mı ben bunu kestiremiyorum. Çünkü konu geri dönüş ya da hit şarkı olduğunda karmaşık bir olaylar zincirinin gerçekleşmesi, görünmez bir el tarafından âdeta mucizevi bir dokunuşun olması gerekiyor. Bildiğim şey; Sophie Ellis-Bextor’ın insanları dans ettirmesinin önünde ne beş çocuk durabiliyorne de menopoz. Muireann Bradley Ne dinlesek? Dolu Kadehi Ters Tut yeni bir şarkıyla geldi bu hafta. Adı “Nereye Kadar”. Balkan ezgilerine sahip bir aşk şarkısı. Mavi Gri’nin arabesk rock tarzındaki şarkıları tam gaz devam. Bu haftaki şarkının adı “İnan Elimde Değil”. Chet Faker vardı hatırlar mısınız? Bir dönem arenaları doldururdu İstanbul’da. Sanırım dünyada en fazla bizde tanınıyordu Avustralyalı sanatçı. Yeni şarkısı çıktı, adı “Insufficient Love”. Güzel şarkı doğrusu. Su Sonia’nın yeni parçasının adı “Kokteyl”. Yazın sonunda gelen bir yazlık şarkı. Irlandalı vokal ve gitarist Muireann Bradley bir Jackson Brown cover’ıyla kendini dinletiyor bu hafta: “These Days”. Synth-pop denince aklıma gelen isimlerden biri St. Lucia. Yeni şarkısının adı “Lights Off”. Yeni Zelandalı indie rock’çılar The Beths’in yeni parçasının adı “Straight Line Was A Lie”. Haftanın en iyi şarkılarından biri bana kalırsa. Midlake, “The Ghouls” isimli yeni bir şarkı paylaştı. Yeni albüm “A Bridge To Far”, Bella Union etiketiyle 7 Kasım’da yayınlanacak. Şarkıya bayıldığımı söyleyemem.

Ne maç oldu ama!

Ne maç oldu ama!

Bu oyun bir maratondur, uzun soluklu bu kulvarda, ayakta kalmanın olmazsa olmazları vardır. Nedir bunlar? Çok koşan, mücadele eden, temaslı oynayan, tempo ve baskı yapan topa sahip olan vs.. Bu unsurları yerine getiremiyorsanız, yarışta yer alamazsınız, saf dışı kalırsınız! Tıpkı Kartal’ın geçtiğimiz sezonda kepenk indirmesi gibi! Demem o ki, Beşiktaş’ın ivedi olarak fabrika ayarlarına dönmesi şart! Sergen Yalçın bu anlamda geç kalınmış olsa da büyük şanstır, fırsattır. Niye mi? Anımsayın, neredeyse 13 kişiyle şampiyon yaptı Kartal’ı... Bu sezon Beşiktaş’a yabancı olan (!) meslektaşından kırık dökük bir takım teslim aldı Sergen hoca! Yönetimin de hakkını vermek gerekir... Yeni yedi yabancı, 5 yerli, artı kiradan çıkıp, yuvasına yerleşen 2 oyuncu. Yetmez mi? Daha ne olsun? Sergen Yalçın, belli ki gözünü karartmış, Kartal’ı yeniden kanatlandırmak istiyor! Nasıl mı? Çıkardığı on bire bakın yeter... Çok koşan, pres yapan, temaslı oynayan, mücadele eden takımın karşılığı ofansif sistemdir! Ne var ki ofansif oynarken, savunmayı unutmayacaksınız! Niye mi? Rakip Başakşehir, artı üç etkili oyuncusu sakat! Yani öyle çantada keklik olmadıklarını ilk yarıda gördük! Kartal’ın baskısına müthiş bir direniş gösterdiler, savunmayı sağlam tuttular, güçlü rakibine karşın daha çok ürettiler, fırsatları golle taçlandıramadılar. Valla bu yarıdan müthiş keyif aldım... İki takım da tempoyu asla düşürmedi, kora kor bir mücadeleye tanıklık ettik. Cerny, Kartal’ın yenilerinden bu yarıda ceza alanı dışından sert vurdu, kaleciden döndü, Abraham’ın ayakları birbirine dolaştı, atamadı, o da şaşırdı bizde! İkinci yarı mı? İki takım da hız kesmeden devam ettiler, bu faktör stres ve heyecanı üst seviyeye taşıdı. Abraham 53’te müthiş bir fırsat yakaladı, direği geçemedi! Ne var ki rakip buldu mu atıyor! 71’de Deniz’in asistinde Shomurodov topu filelere gönderdi. Ancak 3 dakika sonra Kartal’ın ele avuca sığmayan, kısa mesafede inanılmaz vites yükselten oyuncusu El Bilal Toure, Cerny’nin asistiyle skoru eşitledi. Aferin Muhammed’e, Uduokhai’nın çatala giden kafa şutunu öyle bir kurtarış yaptı ki, kalitesini bir kez daha ortaya koydu. Ne maç ama, top bir o kalede, bir kalede... Ba, iyi oyuncusun, zaman geçirebilirsin, ancak ukalalık eder, topu saha içine bırakırsan, çift sarıdan kızarırsın, üstelik dakika 89’da... Ne oldu ? İki dakika sonra Demir Ege’nin arka direğe kestiği topa, Cengiz Ünder kafayı çaktı, meşin yuvarlığı uzak köşeye gönderirken, Sergen Yalçın’ın onunla ilgili söylemlerini de boşa çıkarmadı. Uzatma dakikalarındaki yaşanan gerginlik, o güzelim mücadeye gölge düşürdü! Orkun’da son anlarda VAR’ın uyarısıyla kırmızı çıktı. Kalite, tempo, stres, heyecan, mücadele, hepsi vardı dünkü maçta. Ne var ki, Toure ve Cengiz gollerini attılar, üç puanı Kartal’ın midesine indirdiler!

Cengiz’den müthiş final

Cengiz’den müthiş final

Beşiktaş büyük bir heyecana sahne olan maçta Rams Başakşehir’i yeni transferi Cengiz Ünder’in uzatmada attığı altın golle devirmeyi başardı: 2-1. Kartal, 21’de gole çok yaklaştı. Rafa Silva’nın şık pasında vücut çalımıyla önünü boşaltan Cerny şutunu attı, Muhammed’in sektirdiği topu Abraham dışarı yolladı. Crespo 35’te çaprazdan köşeyi denedi, meşin yuvarlak az farkla auta gitti. Kartal 53’te çok organize geldi. Orkun’un pasıyla buluşan Abraham’ın yerden şutunda top direkte patladı. 55’te Operi soldan ortaladı, iyi yükselen Ba’nın kafasında top üstten dışarı çıktı. 69’da savunmadan topu kapan Rafa Silva şutunu attı, meşin yuvarlak kalecide kaldı. 71’de Yusuf çok sert vurdu, Mert topu köşeden çıkardı. Aynı dakikada Deniz penaltı noktasına ortaladı, gelişine vuran Shomurodov topu filelerle buluşturdu: 0-1. Beşiktaş 74’te eşitliği yakaladı. Cerny topukla bıraktı, El Bilal Toure çok klas bir plaseyle topu köşeden ağlara yolladı: 1-1. 79’da Cerny kornerden kesti, Uduokhai kafayı vurdu, Muhammed topu son anda kornere çeldi. 87’de Rashica kesti, El Bilal Toure’nin kafasında top direğin dibinden dışarı gitti. Kartal 90+1’de yeni transferi Cengiz ünder’in golüyle öne geçti. Demir Ege’nin arka direğe ortasında çok iyi yükselen Cengiz Ünder harika bir kafa vuruşuyla topu filelere yollayarak tribünleri ayağa kaldırdı, Kartal’ı galibiyete taşıdı: 2-1.

Bu futbol Frankfurt’a yetmez

Bu futbol Frankfurt’a yetmez

Galatasaray, Süper Lig’de iyi futbol oynar veya kötü futbol oynar. Oyunu hızlandırır, yavaşlatır.. Ne yaparsa yapsın şu an için derbi maçları hariç Süper Lig’de puan kaybetmez... Rize maçında olduğu gibi dün Eyüpspor karşısında da bilhassa ilk yarı sıkıcı, keyifsiz sanki maç bitsin de gidelim düşüncesindeydi... Öyle bir futbol ortaya koydu ki, devre arası bütün Galatasaraylılar gerçekten karalar bağlamıştı. Kadro çok iyi... Kulübe de iyi... Burada sorun yok... Peki, taraftarların daha iyi, güzel bir futbol seyretmek hakkı değil mi? Kanatlar çalışmıyor... Icardi gibi bir santrforun var, maç süresince topla buluşturamıyorsun... Sane’nin ve Sara’nın ne yaptığı belli değil... Oyunda kaldıkları sürece de takıma hiç bir katkı vermediler. İlkay’ın ilk maçı o da şaşırdı... Ne top alabiliyor ne de pas verebileceği arkadaşları markajdan kurtulabiliyor. Ne zaman ikinci yarı değişiklikler yapıldı, defansın önünde oynamaya başladı o zaman kalitesini ortaya koydu. Tabi ki, Okan hoca da bunları görüyordu. 57. dakikada Barış Alper oyuna girdi, takımın hücum gücü yüzde yüz arttı. Artık futbol fiziği iyi oyuncularla oynanıyor. O zaman rakibine baskı yapabiliyorsun... Allah muhafaza Barış Alper Galatasaray’dan ayrılmış olsaydı bu takım çok sorun yaşardı. Barış defansa baskı yapıyor, bir sağa gidiyor bir sola gidiyor, rakip defansı resmen groki durumuna sokuyor. Icardi’yi de rahatlatıyor. Salai, Barış Alper ve Yunus dün gece Galatasaray’ın en iyileriydi. Sane böyle oynuyorsa hoca onun ismine formayı vermemeli... Singo sağ bek oynayacaksa Salai bir kanatta, Barış Alper bir kanatta oynaması gerekir. Böyle oynarsa gol yollarında daha etkili bir Galatasaray seyrederiz. Eren 80 metrede oynuyor. Türkiye’de bu olur ama Devler Ligi’nde bunu yapamaz. Arkasına atılan her top milli maçta olduğu gibi Uğurcan’ın kalesi için tehlike yaratır. Orta sahada bilemiyorum hoca kimleri tercih edecek? Ama Eyüp karşısında bile sorun yaşadılar. Lemina sakat mı, formsuz mu bilemiyorum... Ancak rakip ataklarda Lemina’dan daha iyi top kesen başka futbolcu yok şuan kadroda... Uğurcan’a fazla top gelmedi ama bir iki ufak hata yaptı. Ama o da arkadaşlarına alışacak. Uzun seneler boyunca kaleyi koruyacak. Eyüpspor’a gelince... Selçuk Şahin kesinlikle 11 futbolcu ile defans yapmadı. Maç süresince devamlı gol aradı.. Elindeki futbolcuların kalitesi ile de daha fazlasını yapamazdı. Galatasaray da galibiyeti hak eden bir futbol oynadı.

Harika oldu

Harika oldu

Tam 45 yıldır futbol izlerim beni en çok "böyle sonuçlar" mutlu eder!.. Oynamayı bırakıp, maçın her saniyesini çalmak için bir şeyler yapan takımın son dakikalarda gol yiyerek yenilmesine bayılırım!...... Devamı için tıklayınız