Nasıl bir yalnızlık nasıl bir sosyallik
Bir zamanlar geçmişe veda ve geleceğe umutla girmek adına yapılan yılbaşı kutlamaları, partileri yavaş yavaş aralık ayına yayılan arkadaş buluşmalarına dönüştü.
Bir zamanlar geçmişe veda ve geleceğe umutla girmek adına yapılan yılbaşı kutlamaları, partileri yavaş yavaş aralık ayına yayılan arkadaş buluşmalarına dönüştü.
Yılın bu zamanları, canı sıkılanın ödül töreni yaptığı dönem. Ben galiba son 10 gündür, 2-3 derginin ödül törenini gördüm.
Merhaba Güzin Abla, ben 35, eşim 38 yaşında. İkimiz de çok zorlu evlilikler geçirip boşanmış ve mutluluğu ikinci evliliğinde arayan insanlarız.
Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu’nun kırmızı çizgisi hakemler. Çizginin bir tarafında korunup kollanan isimler, diğer yanında tu-kaka ilan edilip üzeri çizilenler var. ABD dönüşünde İbrahim beyin gündemi yine hakemlerdi. “Dünyanın hangi ülkesinde bir federasyon başkanı pozisyonlar üzerinden hakem tartışmasına girer” diye sorsalar tereddütsüz Hacıosmanoğlu derim. Federasyona hakemi şikayet için gelen Galatasaray Başkanı Dursun Özbek ile ilgili “Onlar o görüntüleri yaparken onlara Galatasaray-Trabzonspor maçından görüntü gösterdim. Zubkov’a yapılan hareket ondan daha ağır bir hareketti dedim” ifadelerini kullanan Hacıosmanoğlu, anlaşılan polemiğin parçası olmak için gerekli hazırlıkları yapmış. Ya da akıl hocaları böyle bir tuzak hazırlamış misafirlerine. İKİ DUDAĞININ ARASINDA Bakın; futbolla yatıp kalkmak başka, futbolu sadece hakemler üzerinden konuşmak başka şey. Galatasaray Teknik Direktörü Okan Buruk’un derbinin hakemi Yasin Kol’un kollandığını ima edip, “Arda Kardeşler’in suçu neydi?” sorusunda kendisinin muhatap alındığını düşünen Hacıosmanoğlu’nun yanıtı, kaş yapayım derken göz çıkaracak cinstendi. Ne dedi TFF başkanı; “Onun pozisyonu ile Yasin Kol’un pozisyonu bir değil (doğru). Bu konulara MHK karar veriyor ama Arda Kardeşler’in hakemliği ‘benim için’ zaten geçen sene Beşiktaş-Galatasaray maçında bitmişti.” Demek ki bu ülkede bir hakemin hakemliğinin bitmesi ya da bir hakemin liyakate bakılmadan aniden yükselmesi Hacıosmanoğlu’nun iki dudağının arasındaymış. Şaka şaka. Öyle olduğunu biliyorduk da, bunun kayıtlara geçen bir itirafa dönüşmesi ilginç oldu. Somut ve tartışmaya kapalı bir örnekle bitireyim; TFF başkanın kırmızı çizgisinin berisinde Yasin Kol gibi pamuklara sarılan, ötesinde Arda Kardeşler gibi savunmasız bırakılan hakemler var. Sonra çıkıp haktan, hukuktan, adaletten, eşitlikten, şeffaflıktan söz ediyorsunuz ya. Hiç inandırıcı gelmiyor bana! HACIOSMANOĞLU'NUN MESAJI KİME? Yanlış hatırlıyorsam TFF başkanın danışmanları düzeltsin. İbrahim Hacıosmanoğlu’nun 1.5 yıllık federasyon başkanlığı sürecinde sadece bir kişi - ki canı çok yanmıştı- Samsunspor Başkanı Yüksel Yıldırım istifadan söz etti. Galatasaray maçının son dakikasındaki tartışmalı penaltı pozisyonuna isyan eden Yıldırım, TFF başkanını istemediğini söyledi. Sonra ses tonu düştü, eleştirileri bitti! 40 yılı aşkın meslek hayatımda koro halinde istifa çağrılarının yapıldığı federasyon başkanları biliyorum. Arkalarında siyasi destekleri yoktu, işleri zordu. Hacıosmanoğlu bunların yüzde birini yaşamadı. Umarım yaşamaz. Ancak son basın toplantısında, gereği yok iken, herhangi bir ima yok iken yadırganacak cümleler kurdu. Hem de defalarca. Her konu başlığı açıldığında veya sonunda. BİR GÜN DURMAYACAK Virgülüne dokunmadan göz atalım TFF başkanının söylediklerine: - “Şahsım ve yönetim kurulu arkadaşlarım hiçbir zaman ‘Burada üç sene, beş sene daha kalalım diye düşüncemiz olmadı.” - “Bizi eski yönetimlerle karıştırmasınlar. Bu camia güçlü, şu camia güçlü, onlarla iyi geçinelim de burada üç gün daha fazla kalalım düşüncemiz olmadı.” - “Doğruları yapmakla yükümlüyüz; ‘İnsanlarla iyi geçinelim, burada uzun süre kalalım, derdimiz yok.” - “Herkese eşit mesafede, adaletli ve şeffaf olma sözünü verdik. Bu sözü yerine getiremeyeceğiz gün bu koltuklarda oturmayacağımız gündür.” - “Koltuklardan güç alma peşinde değiliz.” - “Adil, adaletli ve şeffaf yaklaşımımızdan kimsenin endişesi olmasın. Böyle yanlışın içine düştüğümüzü anladığımız anda saatini beklemeden, görevi bırakabilecek onurlu insanlarız.” Bir basın toplantısında bu kadar tekrar yapılmasını tuhaf buldum doğrusu. Merak ediyorum ve soruyorum TFF başkanına, “Bu cümlelerin tümünü Samsunspor başkanı için mi kurdunuz? Yoksa bilmediğimiz ama koltuğunuzu tehdit eden unsurlar mı var? Kime, ne mesajı veriyorsunuz?”
Üst üste iki altılı bularak okuyucularımıza yine kazandırdık. Önceki gün 22 bin 737 lira veren Antalya altılısını doğru tahmin etmemizin ardından dün de 7 bin 524 lira veren İzmir altılısını bulduk. Böylece bizi takip eden yarışseverler iki günde 30 bin 262 bin liranın sahibi oldu. Güle güle harcayın... Bugün İstanbul'da pistteki görünümünü beğendiğim Kareem Bughra'yı birinciliğe yakın görüyorum. Tay yarışı olması nedeniyle yanına at yazacaklara Ice Drops, Ultimate Power ve The Butcher önerilerim. Günün sürprizi olarak ilk ayaktaki Gençay Nalan'ı tavsiye ederim. Herkese bol şanslı bir gün diliyorum.
“İğneyle kuyu kazar gibi ayrıntılı, dikkatli ve gizli bir soruşturma yürüttük. Somut delilleri yakalayabilmek için titiz çalıştık. Somut delillerle karşılarına çıkmamız gerekirdi. Hataya asla yer vermememiz gerekirdi. Ancak henüz gerçeği anlatan yok.” Şarkıcı Güllü’nün kızı Tuğyan Ülkem Gülter ile arkadaşı Sultan Nur Ulu’nun yurt dışına kaçma hazırlığı içindeyken İstanbul’da gözaltına alınmasından sonra Yalova Cumhuriyet Başsavcısı Duygu Bayar Öksüz’ün bu açıklamasından benim anladığım şu: Güllü’nün Çınarcık’taki altı katlı binanın teras katındaki evinin penceresinden düşerek ölümünün kaza değil cinayet olduğuna dair somut hiçbir delil yoktu. Ancak aradan geçen 74 günde Başsavcının görevlendirdiği savcılar ve cinayet masası dedektiflerinin teknik ve fiziki takibi sonunda ‘kasten öldürme’ suçlamasıyla gözaltı kararı verecek kadar delil oluştu. Güllü’nün ölümünün kaza mı yoksa cinayet mi olduğu sonunda ortaya çıktı. Ferdi Aydın’ın elde ettiği deliller ve bulduğu tanıkların ifadeleri dışında bu sürece somut bir katkı sunan olmadı, ama buna rağmen Yalova Cumhuriyet Başsavcısı ve cinayet masası dedektiflerinin yaptıklarını kendi başarılarıymış gibi sunanlar oldu.. İlk günden bu yana Tuğyan Ülkem Gülter’in annesi Güllü’yü camdan itmiş olabileceğini söylemekle, Başsavcı Öksüz’ün vurguladığı gibi 2.5 ay iğneyle kuyu kazar gibi dikkatli ve gizli bir soruşturma yürütüp, somut delillere ulaşmak aynı şey mi? Hayatları boyunca bir tane haber yapmadıkları kendilerini gazeteci sanan bu insanların polisliğe ve savcılığa da el atmalarına ne demeli? Gelelim Güllü’nün ölümünden bu yana kızı Tuğyan Ülkem Gülter’in yaptıklarına ve söylediklerine… Annesinin cenazesindeki ağıtlarıyla yürekleri dağlayan, kendisini suçlayanlara, “Bize acımızı yaşatmadınız, hakkımızı helal etmiyoruz” diye sitem eden Gülter’in bu süreçte yaptığı tüm açıklamaları izledim. Gülter’in açıklamalarından çarpıcı bir seçki hazırladım: Sultan itirafçı oldu “Annemle aram çok iyiydi. Zaman zaman kötü oluyordu. Akşam kavga edip sabah barışıyorduk, her anne kız gibi. Ben anneme hiç elimi kaldırmadım. Her anne kız gibi tartıştığımız oldu. İnsan sinirlendiğinde kötü söz söyleyebilir, ama bu demek değildir ki ben annemden nefret edeyim. Et tırnaktan ayrılmaz. Başta ben annemin kızıyım.” “Hala acımızı yaşayamıyoruz. Bazı şeylerle yüzleşemedik, izin vermediler. Hala vermiyor ve yakamızdan düşmüyorlar.” “Parayla satın alınan birkaç insan için niye medya önüne çıkayım? Onlar böyle yapabilir, ama benim bir çocuğum var. Yarın öbür gün o bu yayınları izleyecek. Kardeşim ve kızım için susuyorum. Adalet önünde hakkımı arayacağım. Ben onlar gibi kendimi medyaya rezil etmem. Güllü’nün kızı olan benim. Ben 28 yıldır hiç çıkmamışken vefatından sonra siz hangi sıfatla çıkıyorsunuz?” “Bana ‘anne katili’ diyorlar. Ben kendimden eminim. Benim ciğerim gitti, kardeşimin de öyle. Ben vicdanım rahat bir şekilde o yastığa başımı koyuyorum, ama siz nasıl koyacaksınız onu düşünüyorum?” Yalova’daki sorgularında arkadaşı Sultan Nur Ulu, itirafçı oldu ve “Güllü’yü kızı Tuğyan itti” dedi. Tuğyan, Güllü’nün düştüğü anda odada olan arkadaşı Sultan’ın itirafına rağmen annesini camdan ittiğine dair suçlamayı reddetti, ama avukatları davadan çekildiklerini açıkladı. Hal böyle olunca da, 2.5 ay boyunca Tuğyan, masum ve mağduru oynayıp, Oscarlık bir performans mı sergiledi bize, diye sormadan edemiyor insan. GÜNÜN SÖZÜ “Aşırılık hem güçsüzlüğün, hem de cesaretin kardeşidir.” (Aristoteles)
Şimdilerde Suriye’de özerklik ısrarındaki terör örgütü PKK/YPG/SDG’ye destek çıkan, hatta izlenecek yol yöntem konusunda akıl veren, silah bırakmamaları konusunda cesaretlendiren IKBY Başkanı Neçirvan Barzani, daha geçen yıl (Şubat 2024) şöyle diyordu: “PKK, Kürdistan Bölgesi ve Irak için büyük bir beladır. Türkiye’yi topraklarımızdan tehdit ediyorlar. Bu bizim açımızdan hiçbir şekilde kabul edilemez...” Aynı Barzani iki-üç ay önce IKBY-Türkiye ilişkileri ile PKK’nın silah bırakma sürecine ve Suriye’deki gelişmelere ilişkin de şu açıklamalarda bulundu: “Türkiye bu konuda çok ciddi. Sürecin netice vermesi için PKK’nın bu adımları atması gerekiyor. Bence bu tarihi bir fırsattır ve Kürtler bunu kaçırmamalıdır. Öcalan’ın mesajları çok açık ve nettir. Kandil de tam olarak ne yapması gerektiğini biliyor. Fakat bunu yapmıyor. PKK, Rojava’dakilerin yakasını bırakmadığı sürece onlar netice alamaz. PKK Suriye’nin kuzeyinden, Rojava’dan vazgeçmelidir.” PKK denildiğinde güven anlamında Neçirvan Barzani bir öyle bir böyle yani... Şaşırtıcı mı? Değil.Genetik bir durum olduğu bildik hikaye…IKBY’nin eski başkanı amcası Mesud Barzani de öyleydi zira…Mesela terörün zirve yaptığı 1992-93’lü yıllarda PKK’ya karşı çeşitli tarihlerde Irak topraklarında gerçekleştirilen harekatlarda Barzani, Türkiye’nin yanında havasındaydı. Hatta PKK’ya karşı saf tutuyordu. o nedenle de, beklenti yüksekti. Ama genellikle hayal kırıklığı yaşandı, pek müdahil olmadı.. Yardım eder gibi görünüyordu fakat PKK’yla dirsek teması halindeydi sürekli... Sorulduğunda da saçma sapan bahanelerle geçiştirdi durumu hep... Liderlik, iktidar mücadelesine tutuştukları anda birbirlerine düşüyorlar, iktidar mücadelesi yokken ise aralarında bir problem yok hali yani. Bunun gibi de sayısız örnek var... Zaten PKK’yı da terör örgütü olarak kabul etmiyorlar ancak daha geçen yıl Irak’ta “yasaklı örgüt” diye tanımlandı malum, o da lafta. 2013’te İmralı’daki Öcalan’ın isteğiyle Kürt kongresini toplayan ve “Sayın Öcalan’ın da aramızda bulunmasını isterdim”diyen de Mesud Barzani’ydi zaten.. 2016’da da Washington merkezli Al- Monitor internet sitesine yaptığı açıklamada terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye yapılacak herhangi bir yardımın PKK’ya destek anlamı taşıdığını belirterek, “PYD ve PKK tam olarak aynı şeydir” itirafında bulunan da Mesud Barzani’ydi yine... ★★★ Bunların hepsi de ABD’nin bilgisi dahilinde tabii... İsrail’in MOSSAD’ın bu oyundaki kışkırtıcılığı da bildik hikaye… Bugün YPG/SDG’yi gazlayan İsrail, 2017’de Barzani’nin referandumla bağımsızlık hayalini destekleyen tek ülkeydi. Barzani bölgesinde İsrail bayrakları dalgalanıyordu... Dolayısıyla şu sıralar çok dillendirilen, tartışılan PKK/YPG/SDG Suriye’de Barzani taktiği uyguluyor söylemleri de yıllar öncesinden konuşulan bir mesele aslında… Şöyle ki; 2017’de DAEŞ’in Rakka’dan çıkarılmasının ardından şehir sokaklarında açılan Abdullah Öcalan posterlerine rağmen ABD “PKK terör örgütüdür, terörle mücadelede Türkiye’nin yanındayız” gibisinden harf çarpıtmalarıyla oyalama ve yutturmaca taktiğine devam ederken,bir yandan da Barzani’nin sönen bağımsızlık ateşini, referandum hayalini PKK’nın Suriye kolu YPG/PYD/SDG adına alevlendirmek için körüklüyordu... Türkiye’yi Orta Doğu coğrafyasından koparmaya dönük kirli tezgâhta ABD’nin yeni hedefi, terör örgütüne elde ettirdiği inisiyatifleri Suriye ve Irak’ta geliştirmek, meşrulaştırmaktı. Hatta o sıralar “ABD Barzani’yi gözden çıkardı” iddiaları da söz konusuydu… O günlerde bu durumu konuştuğum bir istihbaratçının (1 Kasım 2017 tarihli yazımız) söyledikleri de şunlardı: “Hayır, küresel güçlerin bölgede fiili varlığı olan hareketleri tamamen gözden çıkardığı gibi bir denklem ortaya çıkmaz. Her zaman için kullanacak zamanı zemini yaratmaya çalışırlar. Barzani kendi siyasal rantı haline dönüştürmek istediği, zamanlamayı yanlış yaptığı ve bölgesel gelişmeleri okuyamadığı için bu olayı kaybetmiştir. Ama Kürt siyasi hareketi içinde gerek Irak’ta gerek Suriye’de daima önemini korumaya devam edecektir. Özellikle bölgesel stratejileri içinde ABD ve Avrupa ülkeleri de yine araç olarak kendi çıkarları için kullanacaktır.” ★★★ Böyle bakıldığında da sahadaki gelişmelerin birbirinden hiç kopuk değil,organize işler olduğu ortada... Bugüne kadar ayrı bölgelerde boy gösteren müstakil olarak sahada rol kapmaya çalışanlar, İsrail’in gazıyla pervasızca aynı menzile yürüme konusundaki niyetlerini, dayanışmalarını saklamıyorlar artık…Türkiyede her şeyi görüyor, farkında… Noktayı koymak için sabırla bekliyor sadece...
Bir tarafta barış planının alelacele kabul etmesi için baskı yapan ABD Başkanı Donald Trumpdiğer tarafta o planı kendisinin güvenlik meselesi gören ve yeniden şekillendirme çalışan Avrupa… Arada sıkışan Ukrayna’ya tanınan süre ise, Noel’e (25 Aralık) kadar. Hafta başından bu yana Birleşik Krallık’tayım ve Pazartesi İngiliz-Fransız-Alman liderlerinin Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’le yaptığı zirve sonrası hızlanan trafiği takip ettiğimde, İngilizlerin nasıl canhıraş bir mücadele verdiklerine bir kez daha tanık oldum. İngiliz Başbakanı Keir Starmer, çarşamba günü parlamentoda soruları yanıtlarken, ‘‘Ukrayna’da ilerlemenin kritik bir aşamasındayız; bu aşama Ukrayna’nın egemenliğini etkileyecektir.’’ ifadesini kullandı. Tüm hafta süren müzakerelerden anladığımız o ki, Ukrayna da ‘bazı toprak tavizleri verme’ aşamasına geldi ama bu ancak yazılı ve net güvenlik garantileri karşılığında olabilecek. Düğüm de burada çözülecek. Anayasal engel Burada ABD-Avrupa arasında bir karar vermeye zorlanan Ukrayna Devlet Başkanı’nın,bu kararı tek başına alamayacağını bir kez daha hatırlatmak gerekiyor. Çünkü Ukrayna anayasasının 73. maddesine göre, ülke topraklarının değişikliği için halk oylaması gerekiyor. Zelenskiy’nin defalarca “Ne yasal ne de ahlaki olarak toprak verebiliriz” demesinin arkasında yatan hukuki gerekçe bu. ABD metinlerinde Donbas için düşünülen “demilitarize/serbest ekonomik bölge” gibi formüller Ukrayna halkını ikna etmeye yeter mi, bilinmez… Sistematik hedefler Bütün bu kararları etkileyecek bir boyutuda unutmamak gerekiyor: Savaş dördüncü yılına girecek ve herkes bu savaştan yorgun. Daha da önemlisi, Ukraynalılar için bu yıl en soğuk kış olacak. Çünkü Rusya son 6 aydır Ukrayna’nın enerji ve ısınma altyapılarını vuruyor. Moskova bu saldırıları ‘askeri ve savunma sanayine yakıt sağlayan noktalar’ diye gerekçelendirse de gaz sahaları, termik santraller, trafo merkezleri ve bölgesel ısıtma tesislerinin tümü hedef alındı. Sahayı yakından takip eden analistler, sistemlere her 7-10 günde bir ağır saldırılar yapıldığını kayda geçiriyor. Zelenskiy’nin 9 Aralık’ta Rusya’ya ‘enerji ateşkesi’ önermesinin sebebi de halkının günlük yaşamına vurulan darbenin yarattığı çaresizlik. Soğuk kışta sıcak müzakere Hafta içi Amerikan ABC kanalına konuşan Ukrayna’nın doğalgaz şirketi Naftogaz’ın CEO’su Sergii Koretski’nin paylaştığı veriler ise son derece dramatik. Buna göre ‘‘Ukrayna genelinde 12,5 milyon haneye gaz sağlanıyor ve nüfusun yüzde 80’ı doğalgaz ile ısınıyor. Sadece son bir yıldaki bombardımanlar Ukrayna’nın yerli doğalgaz üretiminin yüzde 42’sini devre dışı bıraktı.’’ Onarım çalışmalarının 8 ila 18 ay sürebileceği tahmin ediliyor. Bunun için gerekli para 3 milyar doları da aşmış durumda. Koretski, Ukrayna’nın bu kış sezonunu geçirebilmek için dışarıdan gaz almak zorunda olduğunu ve bunun da maliyetinin 2,2 milyar dolar olduğunu söylüyor. Karanlıkta kalan ülke Ukrayna’nın en büyük özel enerji şirketi DTEK’in açıklamasına göre ise 1-7 Aralık tarihleri arasında Ukrayna’nın en büyük dördüncü şehri Dnipro’ya yapılan saldırı sonrası 94 bin 647 hane yani yaklaşık yarım milyon kişi elektriksiz kaldı. Günde 4 ila 10 saat elektrik kesintileri yaşanıyor, halk jeneratörlere bağlı. Bu durum onları ehven-i şer bir karar vermeye zorlar mı, asıl soru bu. Bu sorunun cevabını aramak için sizlere Ukrayna halkının Sovyetler Birliği döneminde 1932-33 yıllarında yaşanan Holodomor’u (yaratılan kıtlık sebebiyle 8 milyon kişinin öldüğü olaylar) en iyi anlatan ‘Bitter Harvest (Acı Hasat) filmini şiddetle öneririm. O ruh 2025’te hâlâ canlı mıdır bilinmez ama ABD ve Avrupa’nın sadece Zelenskiy’i ikna etmesi ‘anlaşmak’ için yetmeyebilir.
Karşımızdaki apartman soyuldu... Hırsızlar değil müteahhit tarafından... Önce içindeki dairelerin banyo ve mutfak aksamları... Peşinden cam çerçeve... Kapılar pencereler... Teker teker depolara gitti. Görkemli apartman birden çırılçıplak kaldı... Şimdi de etrafına saç perde çekiliyor. Anlamışsınızdır... Apartman dönüşüme girdi yıkıma hazırlanıyor. Çalışan ustaları izliyoruz... Her biri 60 - 70 yaş bandında adamlar... Evinde bir köşede oturacak ve torun sevecek yerde günde 10 saat işçilik yapıyorlar. Belediyelerin yol inşaatlarında aynı yaşlı nesli görebilirsiniz... Peki çocukları nerede ? Kimisi okuyor olmalı... Kimisi yeni evlenmiştir evi geçindiremiyordur. Kimisi belki iş beğenmediği için kafede dalga geçiyordur. Çoğu genç evli yeni doğan bebeklerine bakamıyor. Onlar da dede ve nineye teslim ediliyor. Söylemeye gerek yok emekli maaşları iki kişilik evin geçimine de zaten yetmiyor. Gençler bu tür işlere girmiyor. Ustalaşmıyor. Rahat işleri seviyorlar. O yüzden 70’lik dedeler hayatın son demlerini inşaatlarda iki büklüm geçiriyor. Paranın bu kadar kolay kazanıldığı bir ülkede parayı bu kadar zor kazanan insanlar var. Adaletin bu mu dünya diye bir şarkımız da var üstelik! KEMAL SÜLKER Her yıl Kemal Sülker’in vefatının (2 Kasım 1995) yıldönümünde bir soylu adam aklımıza gelir. Kimdir Kemal Sülker... Gazeteci, yazar, sendikacı... Türkiye Sendikacılık Tarihi, Türkiye’de İşçi Sınıfı, Sabahattin Ali Dosyası, Şair Nâzım Hikmet, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, gibi pek çok kitabın yazarı... DİSK’in kurucularından olup 68 - 75 yılları arasında DİSK Genel Sekreterliği yaptı. Ancak bir evi hiç olmadı. Hep kiradan kiraya taşındı. Ölümüne yakın kızı Tanzer Hanımın Kadıköy’deki evinde hasta yatarken ziyaret ettik. Söz konut sahibi olmaktan açılınca: - DİSK’te pek çok konut kooperatifi kurduk, çalışanları konut sahibi yaptık. Ancak ben dedikodu olmasın diye hiçbirine girmedim, demişti... Bu duyarlık sonucu hayatta bir konut sahibi olmamıştı. Kızının evine serilen hasta yatağında hayata gözlerini yumdu. ULUSAL Gençlik yıllarımızda bir eylem sonrası karakola götürülen öğrencilere baş komiser yarı dalga geçer gibi sormuştu: - Siz neden komünistsiniz? Öğrenci de yaradana sığınıp şöyle cevap verdi: - Siz neden komünist değilsiniz? Bu soru ulusalcılığı eleştiren hatta küfür sayanlara da sorulabilir: - Siz neden ulusalcı değilsiniz? Konuyu Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Orhan Bursalı, üçüncü baskısını yapan “Ulus Yıkıcılığı Zamanları” adlı kitabında tartışıyor. Nedir ulusalcılık? Ulusal çıkarları ve ulusal değerleri savunmaktır. Yurtseverliktir. Elbet her yurtsever kendisini ulusalcı olarak tanımlamaya mecbur değil. Ama ulusalcılığı tümden reddetmek de pek sağlıklı bir zihin yapısına işaret etmiyor. Ülkede alınan her karar ve atılan her adımda önce ülkenin, insanın ve insanlığın faydasını düşünmek. Ulusalcılık çok kısaca budur. Orhan Bursalı’nın kitabı bu konuyu çok derin tartışıyor. Okuyunuz derim... AĞRI “DEM Parti Ağrı Milletvekili Nejla Demir, TBMM’ye sunduğu kanun teklifinde Şeyh Said, Said-i Nursi ve Seyit Rıza’nın cenazelerinin ailelerine teslim edilmesini, devletin bu isimler için özür dilemesi ve tazminat ödemesi gerektiğini savundu. DEM Milletvekilleri kah kimi sokak ve caddelere bu adların verilmesini savunur, kah itibar iadesini, kah özür dilenmesini ister... Telefondaki doktor dostumuz Tarık Bey dedi ki: - DEM Partililer durup durup bu tür öneriler yapıyor. Ben ise onlardan temsil ettikleri illerin sorunlarını aktarmalarını, kalkınma projelerini, gelecek tasarımlarını duymak isterdim. ★ ★ ★ Onlar tabii üzerinde çalışmak isteyen zor işler. Şeyh Sait güzellemesi ise seçmeni kolay yoldan okşayan sıfır maliyetli bir öneri. Yoksa acaba seçmen de onlardan bu kolay önerileri mi bekliyor? Kalkınma projeleri seçmenin umurunda değil mi? Gelin de merak etmeyin... MERTLİK Televizyoncu Mehmet Akif Ersoy tutuklandı. Tanımayız, suçu nedir bilmeyiz... Yargıda öğreniriz. Derken... Bir hanım spiker hemen yıllar önce Mehmet Akif tarafından nasıl taciz edildiğini anlattı sosyal medyada... Bin kez söylendi... Bir kişi hakkında şikâyetiniz varsa tutuklanmadan ya da ölmeden önce söyleyin. Ya da susun. Onları cevap veremeyecek durumda yakalayınca tekmelemek mertlik değildir. Mahkemeye çağırırlarsa orada anlatırsınız. O kadar!
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici son günlerde bazı kadınların ve bekarların hedefinde. Kimileri ise söylediklerine destek veriyor. Son olarak 5 Aralık Dünya Kadın Hakları Günü’nde partisinin “Birliğe İz Bırakan Kadınlar” programındaki konuşmasıyla tartışma alanı genişledi. Destici, “terörden daha büyük tehdit” olarak değerlendirdiği nüfus artış hızındaki düşüşe çare olacağını da savunduğu bazı önerilerde bulundu. Destici daha önce dile getirdiği kadınlara yönelik üniversite önerisinin yanına, kadınlara özel hastane, çalışan kadınların işe bir saat geç gelip, bir saat erken çıkması yani günde 6 saat çalışması, hafta sonu çalışmamaları gibi önerileri ekledi. Radikal bulunan ve tepki çeken başka teklifleri de var. “27 yaşına gelmemiş adamları devlet memuru yapmayacaksın” diyen BBP Genel Başkanı, evli olanlara kamu istihdamında öncelik tanınması gerektiğini savunuyor. Kadınlara yönelik üniversite ve hastane önerileriyle başlayan laiklik karşıtlığı ithamına, bekarların işe alınmaması görüşü nedeniyle şimdi ehliyet ve liyakatı yok sayma eleştirisi de eklenmiş durumda. Parti Genel Merkezi’ndeki görüşmemizde çıkışlarının nedenini ve tepkileri sorduğumuz Destici’nin bırakın eleştirilere kulak asmak, bilakis başlattığı tartışmadan memnun olduğu izlenimi edindim. O da zaten amacının dikkat çekmek olduğunu belirterek “Biz de konuşulsun diye söyledik. Böyle söylemesem konuşulmazdı” dedi. Söylediklerinin o kadar arkasında ki, bilimsel bir çerçeveye oturtmak üzere partide çalışma yaptırıyor. Yaptığı çıkışlara karşılaştığı kadınların teşekkür ettiğini söyleyen Mustafa Destici, bireysel izleniminin kamuoyundaki karşılığını görmek için bir de kamuoyu yoklaması yaptırıyor. Belli ki çıkışlarından siyasi bir karşılık görmeyi hedefliyor. BBP Genel Başkanı “Biz yüzde 5’e oynuyoruz. Dolayısıyla yüzde 20 bile ‘evet’ dese bizim için yeterlidir, yarıdan fazlasının evet demesi gerekmiyor” diye konuştu. “Niye çağdaşlığa karşı olsun, anlamıyorum” Destici kadınlara özel hastanelerin Amerika, Güney Afrika ile Finlandiya gibi bazı Avrupa ülkelerinde olduğunu belirterek, “Bunu niye istiyorum? İlla bunu muhafazakarlık, dini hassasiyetler, ahlakçılık anlamında söylemiyorum. Böyle bir hassasiyet varsa, bir tanesini de kadın hastanesi yaparsın. Göze, kulağa, zaten kadınların hastalıkları var oraya gider. Bundan niye rahatsızlık duyuluyor? ‘Hastaneler kapatılsın’ demiyoruz, tercih olsun diyoruz” dedi. Önerisine bilimsel olarak karşı çıkış olmadağını söyleyen BBP Genel Başkanı, “Laiklik elden gidiyor, Atatürkçülüğe karşı, çağdaşlığa karşı” gibi yorum ve ithamlar için de “Kadın hastanesi ya da kadın üniversitesi niye çağdaşlığa karşı olsun? Anlamıyorum” diye konuştu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AK Partili bir çok isim nüfus artış hızındaki yavaşlamayı bir ulusal güvenlik meselesi olarak tanımlamıştı. Geçmiş yazılarımdan hatırlanacaktır. Destici de benzer görüşte ama bunu biraz daha ileri götürüyor: “Nüfusumuzun azalıyor olması, doğurganlık oranının düşük olması bana göre Türkiye için terörden daha büyük tehdit. Terörü yenebiliriz, mücadele ederiz ama bunu yenemeyiz. Eğer bu gidiş devam ederse bu topraklarda tutunamayız. Bugün Türklerin nüfusu yüzde 70 değil de başka bir etnik kökenin nüfusu yüzde 70 olsa bu devletin, milletin adı yine Türk olarak kalabilir mi? Biz çoğunluğumuzu muhafaza etmek zorundayız.” Devletin aileyi desteklediğini ancak yeterli olmadığını söyleyen Destici’ye göre “Radikal şeyler lazım”. BBP Genel Başkanı başlattığı tartışmayı, halen partisinin devam eden il kongreleriyle yaygınlaştırmaya devam edecek gibi görünüyor. Yeni yılda bu önerilerini bir de kitapçıkta toplayarak daha fazla kişiye ulaştırmayı hedefliyor.
Sanayi talebindeki artış, kritik mineraller listesine giriş ve azalan stoklar gümüş fiyatlarını tarihi seviyelere taşıyor. Altın ise yeniden yükseliş trendine girerken altın gümüş rasyosundaki hızlı çözülme, fiyatlamanın açık şekilde gümüş lehine döndüğüne işaret ediyor. Trenddeki görünüm… Gümüş fiyatları teknik ve temel dinamiklerin birleştiği güçlü bir yükseliş sergiliyor. 67,30 dolarla yeni rekora ulaşan gümüş, yılbaşından bu yana yüzde 120 değer kazanarak emtia piyasalarının güçlü aktörü hâline geldi. Gümüşte yükselişi tetikleyen faktörlerin büyük bölümü yapısal olduğu için trendin kısa sürede sona ereceğini söylemek zor. Alım isteği güçlü Sanayi talebi güçlü, stoklar düşük ve ABD’nin kritik mineraller listesi fiyatlama davranışını etkili biçimde değiştiriyor. Teknik açıdan 63 dolar seviyesinin kırılması, alım isteğini desteklemeyi sürdürüyor. Volatilite devam etse de genel resimde yükseliş eğiliminin orta vadede korunduğu yönünde. Altının seyri ve hedef ne? Altın fiyatı 4.334 dolara yükselerek son yedi haftanın en yüksek seviyesini gördü. Piyasalar kısa vadede 4.385 dolar bandının yeniden test edilmesini olası görüyor. Enflasyon beklentileri, merkez bankası alımları ve jeopolitik riskler altını destekleyen ana unsurlar olarak öne çıkıyor. Kısa vadede dalgalanma olsa da altın hâlen güvenli liman temasınıkoruyor.
Kıdem tazminatı, Türkiye’de iş güvencesi sisteminin en temel unsurlarından biri olarak çalışanlara uzun yıllar boyunca sağlanan önemli bir sosyal haktır. Bir işyerinde en az bir yıl çalışan bir işçi, iş sözleşmesi belirli şartlarla sona erdiğinde kıdem tazminatına hak kazanır. Bu hak genellikle işveren tarafından yapılan fesihlerde gündeme gelse de, çalışanların kendi isteğiyle işten ayrıldığında da tazminat almasını mümkün kılan bazı özel durumlar mevcut. Yaş dışındaki şartlar Bu özel durumlardan en bilineni, emeklilik için yaş dışındaki diğer şartların tamamlanması nedeniyle istifa edilmesidir. Çalışanlar emeklilik için yaş dışındaki şartları tamamladıklarında yaş beklemeden işten ayrılıp kıdem tazminatlarını alabilirler. Son yıllarda özellikle 4 bin 500 ve 4 bin 600 gün gibi farklı prim gün eşikleri nedeniyle birçok çalışan ‘yaşı beklerken tazminat alma’ yoluna gitmektedir. Bu durum çalışanlar açısından avantaj yaratsa da, işverenler için ciddi işgücü planlaması sorunlarına da neden olabiliyor. İlk sigorta tarihi İlk sigortalı olunan tarih, kıdem tazminatının emeklilik nedeniyle alınabilmesi açısından belirleyici unsur. Çünkü yaş dışındaki emeklilik şartları her dönem için farklı ve çalışanlar bu şartları sağladığında kendi istekleriyle işten ayrılıp kıdem tazminatı alabilirler. Bu çerçevede üç temel dönem bulunmaktadır: 8 Eylül 1999 öncesi dönemde sigortalı olanlar için 15 yıl sigortalılık süresi ve 3 bin 600 prim günü emeklilikte yaş dışındaki şartların tamamlanması için yeterli. Bu nedenle ilk kez 8 Eylül 1999 ve öncesinde sigortalı olmuş bir çalışan bu iki şartı sağladığında istifa ederek kıdem tazminatına hak kazanabilir. İlk kez 9 Eylül 1999 ila 30 Nisan 2008 arasında sigortalı olmuş çalışanların iki alternatifi var. 7 bin gün prim ile normal emeklilik şartını sağlamak veya 25 yıl sigortalılık süresiyle birlikte 4 bin 500 gün prim şartını tamamlamak. Bu şartlardan biri sağlandığında çalışan kıdem tazminatını alarak ayrılabilir. 1 Mayıs 2008 sonrası ilk kez sigortalı olanlar için emeklilikte sigortalılık süresi şartı kaldırıldı. Yaştan emeklilik için gerekli prim gün sayısı ilk sigortalılık yılına göre 4 bin600 gün ile başlayıp 5 bin 400 güne kadar kademeli olarak yükseliyor. Bu prim gününü dolduran çalışanlar sigortalılık süresi beklemeden kıdem tazminatı alma hakkına sahip.1 Mayıs 2008 – 31 Aralık 2008 arasında ilk kez sigortalı olan çalışanlar, yalnızca 4 bin 600 prim gününü tamamlayarak tazminat alma hakkı elde edebilmektedir. 2009’dan sonraki girişlerde ise her yıl 100 gün artan bir prim şartı devreye girmektedir. 2016 ve sonrasında ilk kez sigortalı olanlar için bu süre 5 bin 400 gün. İşverene etkileri Kıdem tazminatını emeklilik için yaş dışındaki şartları sağlaması nedeniyle alıp yaşı çalışmadan beklemek isteyen çalışanların sayısındaki artış, işverenler açısından bazı önemli sonuçlar doğuruyor. İşverenler açısından; İşgücü kaybı ve planlama zorlukları: Prim gününü dolduran çalışanlar beklenmedik şekilde işten ayrılabildiği için işverenler ani personel kaybı yaşayabiliyor. Yüksek tazminat yükü: Uzun yıllar aynı işyerinde çalışan tecrübeli personelin işten ayrılması ayrılması, işveren üzerinde önemli bir mali yük oluşturabiliyor. Nitelikli işgücünün kaybı: Genellikle prim gününü dolduran çalışanlar işletmenin tecrübeli ve kritik görevlerde bulunan kişileri. Bu çalışanların ayrılması yeni personelin yetiştirilmesi için zaman ve maliyet gerektiriyor. İşyerinde motivasyon etkisi: Bazı çalışanların tazminat alarak ayrılması, diğer çalışanlar arasında da işten ayrılma eğilimini artırabiliyor. Dolayısıyla emeklilik için yaş dışındaki diğer şartları sağlamak nedeniyle kıdem tazminatı alma hakkı çalışanlara önemli bir avantaj sağlarken, işverenler açısından ciddi etkiler yaratabiliyor.
Ağaç da olsa, ölümü böylesine teşhir eden başka bir kültür var mı? Muhtemelen Sultan Abdülaziz’in saltanatının son dönemlerinde veya Sultan II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarında, Dolmabahçe Sarayı ile Çırağan Sarayı arasındaki yolun iki yanına çınar ağaçları dikilir. O günden bu yana neredeyse yüz elli yıldır bu yolu süsleyip şehre renk katmaktadırlar. Ancak son yıllarda bu ağaçlara bir hastalık musallat oldu ve çınarlar birer birer kurumaya başladı. “Bu ağaçlara ne oluyor, neden kuruyorlar?” diye merak edip konunun uzmanı birkaç dostuma sordum. “Çınar kanseri” dediler. Latince adı “Ceratocystis platani” olan bir mantarın bu hastalığa yol açtığı bilinmektedir. Canlı ağaçların dokularında, bulaşmış ağaçların odununda ve odun talaşlarında bulunan bu mantar; dal, gövde veya köklerdeki yaralardan yayıldığı gibimantarın bulaştığı toprağa temas eden yağmur suyunun köklerce emilmesi, kuşlar, böcekler ve köklerin birbiriyle teması yoluyla da hızla sağlıklı ağaçlara enfeksiyon bulaştırır.Sporlar aracılığıyla yayılan bu mantar, kısa sürede çoğalarak 6-20 gün içinde ağacın dokusunda bulunan ve topraktan aldığı suyu ağacın her noktasına ulaştıran iletim kanallarını tıkar; böylecesuyun dal ve yapraklara ulaşmasını engeller. Susuz kalan ağaç kurumakta, hatta kurumakla kalmayıp bünyesinde çoğalan mantarları diğer çınarlara da bulaştırmaktadır. Ağacın tümüyle imha edilmesi durumunda bilemantarın köklerde ve ağacın bulunduğu alanda beş yıla kadar yaşayabildiği belirtilmektedir. Kabuğundazamanın izleri Çınar, çınargiller (Platanaceae) familyasından “Platanus” cinsini oluşturan, uzun boylu ve kalın çaplı ağaç türlerinin genel adıdır. Latince adı “Platanus orientalis”tir. Büyük ve gösterişli bir ağaç olup ülkemizde doğal bir yayılış gösteren tek tür “Doğu Çınarı”dır. Boyu 50 metreye kadar ulaşabilen bu ağaçların, “Platanus kerrii” adlı türü dışında tümü yapraklarını döker. Çınar ağaçları ormanlardan ziyade sulak ya da yeraltı suyunun yüksek olduğu alanlarda yetişmektedir. Anavatanı Kuzey Amerika, Avrupa’nın doğusu ve Asya’dır. Genç yaşlardan itibaren hızlı büyüyen ve uzun ömürlü olan çınar, şehirlerde süs ağacı olarak da yaygın biçimde kullanılmaktadır. Melez Londra Çınarı’nın kentsel koşullara daha toleranslı olduğu görülmüş ve şehir merkezlerinde kullanımı teşvik edilmiştir. Ülkemizde ise bölgelere göre “Beladan, Biladan, Buladan, Çaymığ, Çaynug, Gavlağan, Gavlan, Kavlağan, Kavlağın, Kavlan” gibi adlarla, hatta kimi yerlerde “Kavak” ismiyle de anılmaktadır. XVI. yüzyılda O. G. de Busbecg, onun özel hekimi Willem Quackelbeen ve Venedikli hekim ile bitki bilgini Pietro Andrea Mattioli aracılığıyla Avrupa’ya tanıtıldığı; kısa süre içinde beğeni toplayarak Avrupa’nın önde gelen şehirlerini süslemek için kullanılmaya başlandığı bilinmektedir. Özellikle Osmanlı döneminde şehrin hemen her noktasına dikilen bu ağaçların çok uzun ömürlü olduğu, bazılarının bin yıla kadar varlıklarını sürdürebildiği aktarılmaktadır. Kuzey Amerika’nın hemen her şehrinde görülen bu ağaçların “Amerikan Çınarı”, “Kaliforniya Çınarı”, “Arizona Çınarı” gibi çok sayıda alt türü bulunmaktadır. Buna karşılık Avrupa ve Akdeniz bölgesinde“Doğu Çınarı” adıyla bilinen tür yaygındır. İstanbul’da parklarda, özellikle Boğaziçi köylerinin iskele meydanlarında yaygın olarak gördüğümüz çınar ağaçları hem sağladıkları gölgelik alan hem de etkileyici gövde görünümleri nedeniyle tercih edilmektedir. Çınar ağacının ayırt edici özelliklerinden biri kabuğudur. Birçok ağaç türünün yekpare kabuğunun aksine, çınarın kabuğu yamalı pullar hâlindedir ve zaman zaman dökülür. Bu sürekli dökülme, ağaca kimi zaman bakımsız bir görünüm verse de serin kalmasına ve zararlı böceklere karşı korunmasına yardımcı olur. Çınarın bir diğer ayırt edici özelliği ise büyük loplu yapraklarıdır. Beş ya da yedi parmaklı bir eli andırırlar. “Çınar topları” olarak adlandırılan meyveleri ise kahverengi salkımlar hâlinde kış boyunca ağacı süsler. Yere düşen veya rüzgârla savrulan bu toplar, uçlarında tohumların bulunduğu tüyler hâlinde çevreye dağılır. Her ne kadar bazı durumlarda alerjiye neden olsalar da kış aylarında kuşlar ve bazı hayvanlar için yaşamsal bir besin kaynağıdır. Çınar kerestesi, kesim yönüne bağlı olarak çarpıcı bir desenoluşturur ve kaplama malzemesi olarak sıkça tercih edilir. Açık renkli öz odun ile daha koyu ve zengin görünümlü öz odunun birleşmesi, belirgin bir kontrastoluşturur. Kaplama olarak kullanılmasının yanı sıra mobilya yapımında da değerlendirilir. Orta sertlikte bir keresteye sahip olsa da iç içe geçmiş damar yapısı yüzey işlemeyi güçleştirir. Bu nedenle ancak deneyimli ustalar tarafından şekillendirilip pürüzsüz bir yüzeye dönüştürülebilir. Buna karşın çatlama ve kırılma gibi hoş olmayan davranışlar gösterebilir. Bu nedenle genellikle kereste olarak kullanımı pek tercih edilmez. Benzer şekilde mobilya üretiminde de iyi kurutulmadığı takdirde eğilme ve deforme olma gibi olumsuzluklara yol açabilir. Daha çok alet sapları, ambalaj malzemeleri, fıçı ve çit kazığı yapımında ya da yakacak odun olarak kullanılmaktadır. Çınar mantarının istilası 2019 yılından itibaren özellikle Dolmabahçe-Ortaköy arasındaki yolun her iki yanındaki çınar ağaçları kurumaya başladı. Avrupa Gıda Güvenliği Komitesi, 2016 yılında Fransa, İtalya ve Yunanistan’daki sınırlı yayılışına rağmen çınar mantarı hastalığı konusunda tedbir alınması için ülkeleri uyarmıştı. Ancak bu hastalığa karşı bilinen bir önlem bulunmadığından, mantar bulaşmış ağaçların acilen kesilmesi ve mümkün olduğunca kökleriyle birlikte hatta bulundukları bölgedeki toprağın da çıkarılması gerekirdi. Ne var ki biz, acil tedbir almak yerine bürokrasinin devreye girmesiyle oluşan kaosu yaşadık. Hastalık ağaçtan ağaca geçiyor ve çok sayıda ağaç kurumaya devam ediyordu. Nitekim 2016 yılında Gezi Parkı, Yıldız Parkı, Cumhuriyet Caddesi, Dolmabahçe Caddesi ve Çırağan Caddesi gibi oldukça dar bir alanda 976 ağacın kuruduğu tespit edildi. Kurumalar günümüzde de devam ediyor; bu gidişle çok yakın bir zamanda İstanbul’da çınar ağacı kalmayacak gibi görünüyor. Hayaletgövdelerin sessiz çığlığı Bu tespit için falcı olmaya lüzum yok. Hastalıklı ağaçların derhâl kesilip kökleriyle birlikte,hatta bulundukları toprağın dahi temizlenmesi gerekirken, söz konusu alanlardaki hasta ağaçlar varlıklarını sürdürmeye devam ediyor. Son zamanlarda bize özgü bir moda ortaya çıktı: Hastalanan ya da doğal ömrünü tamamladığı için ölen ağaçları dipten kesip kaldırmak yerine, “Derin budama” adı verilen bir yöntemle budayıp gövdelerini yerinde bırakıyoruz. Canlı ağaçlara yeni bir hayat vermek amacıyla yapılan budama, ölmüş ağaçları birer hayalete dönüştürmekte ve bulundukları alanları lüzumsuzca işgal etmelerine yol açmaktadır. Üstelik bu ağaçlar hastalıklı olduğundan, bünyelerinde barındırdıkları mantarları ve sporlarını gerek kökleri üzerinden gerekse başka yollarla diğer ağaçlara bulaştırmakta, böylece yaşamaya devam edebilecek sağlıklı ağaçların da ölümüne neden olmaktadırlar. Hastalıklı ağaçlardan geriye kalan bu hayalet gövdeler yüzünden Dolmabahçe Caddesi üzerinde yeni dikilen genç ağaçlar da bulaşan hastalık nedeniyle kurumaktadır. Şehrin unuttuğu ders Bazı kişilerin bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunun en net göstergesinin, caddenin iki yanında varlıklarını sürdürmeye devam eden bu ölü gövdeler olduğunu düşünüyorum. Kurumuş ve bir daha canlanma ihtimali olmayan, üstelik hastalığı yaymaya devam eden bu gövdeleri korumanın ne anlama geldiğini doğrusu anlayabilmiş değilim. Tüm İstanbul için acilen bir karantina uygulanması ve en küçük bir hastalık belirtisi görüldüğünde hasta ağaçların kesilmesi gerektiğini, bu şehrin yönetiminde söz sahibi olanlar bilmez mi? Yeryüzünde gezdiğim hiçbir şehirde görmediğim bu abuk sabuk, hiçbir bilimsel gerekçesi olmayan uygulamayı kimlerin sürdürmeye çalıştığı da ayrı bir soru. Bu gidişle yakın bir gelecekte şehrimizde hiç çınar ağacı kalmayacak; biz de kurumuş, yer altında uzanan hayalet parmakları gösterip “Bir zamanlar buralarda çınarlar vardı!” mı diyeceğiz? Şehrin çınarlarıtükeniyor Bilim insanlarınınve şehrin park-bahçelerinden sorumlu yetkililerinin, bu duruma acilen müdahale ederek, hastalıklı gövdeleri ortadan kaldırması vebunların kereste olarak kullanılmasına da kesinlikle mâni olması gerekmektedir. Çınar mantarının, ağaç imha edildikten sonra bile köklerde ve köklerin yayıldığı toprakta beş yıl boyunca varlığını sürdürebildiği gerçeği dikkate alınarak, bu alanlara ya hastalıktan etkilenmeyen türlerin dikilmesi sağlanmalı ya da en az beş yıl boyunca ağaç dikilmemesi gerektiğini hatırlatmak isterim. Ayrıca kış mevsiminde özellikle ana caddelerde bulunan hastalıklı ağaçların kurumaya başlayan yüksek dalları can ve mal güvenliğini tehdit etmektedir. Kısa bir süre önce Topkapı Sarayı’nın ikinci avlusunda ve Çengelköy Meydanı’nda kırılan çınar dalları nedeniyle insanlar hayatlarını kaybetti. Böylesi trajedileri neçabuk unutuyoruz; nedengelecek için gerekli tedbirleri almıyoruz?
İzmir’in ikinci büyük ilçesi Karabağlar’ın Belediye Başkanı Helil Kınay, gazetemiz Milliyet’i ziyaret etti, yeni yıl mesajları verdi. Yıllar içinde depremler, afetler, ekonomik kayıplar, şiddet, öfke, ötekileştirme, yoksulluk nedeniyle ülke olarak büyük kayıplar yaşadığımıza dikkat çeken Kınay, “Ancak yine de bir umut var bu ülkede. Yani bizim de partimizin, genel başkanımızın, mitingler, söylemlerle dile getirdiği bir yenilenme ihtiyacı var. Bunu sokaklar da söylüyor. Bu yüzden 2026 ve sonrasında artık bu değişimin hızlanacağı, halkın sözünün daha da yükseleceğini ön görüyorum. Umudumuzu el birliğiyle büyüteceğimiz bir yıl olacak” dedi. Kentsel dönüşüm başlıyor Başkan Kınay, Karabağlar için yeni yıl projelerini ise şöyle sıraladı; “İki hafta önce açtığımız kentsel dönüşüm ofisimizle beraber 6 hektarlık alanımızda ilk uygulamamıza başladık. Kamunun desteğiyle beraber özel sektör, bakanlık ve vatandaşlarla iyi bir örnek yaratmak için yola çıktık. Biliyorsunuz Karabağlar Türkiye’de büyük kentsel dönüşüm bölgesi. Çevre Şehircilik Bakanlığı yetkisindeki 16 mahallemizde 540 hektarımız riskli alan ilan edilmiş durumda. Büyükşehir Belediyesi’nin yetkisinde olan, yapımı devam eden Uzundere’deki 3 ve 4’üncü etaplarla ilgili hukuki süreçler de var. 2026 yılı sonuna kadar da dönüşümde fiziki aşamalara başlayacağız. Ayrıca sadece binalar değil, hayatı da dönüştürmemiz lazım. Biliyorsunuz; kadını, gençleri, çocukları yani aileyi dönüştürürseniz yaşamı dönüştürüyorsunuz. Buradan hareketle yapımına başladığımız gençlik merkezimiz yeni yılda açılmış olacak. Kreş sayımızı 5’e çıkarıyoruz. Dershanemiz de var. Pazaryeri inşaatımız bitmiş olacak. 21 aydır hazırladığımız her şeyin somut çıktılarını yaptığımızda hem kentsel dönüşüm hem de kentin yaşamı anlamında hayalimiz olan dönüşümünün sağlam adımlarını da göreceğiz.” ‘En çok hakkı yenen ilçesi’ “Karabağlar, İzmir için ne ifade ediyor?” sorusuna ise Kınay, “Tarihi anlamda İzmir’in kalbi, geçmişi, geleceği, İzmir’in emeği ve İzmir’in en çok hakkı yenenidir… Oysa rakamlara baktığımızda nüfus anlamında Buca’dan sonra en yüksek nüfusa sahip ilçesiyiz. Türkiye’nin her yerinden insanlar var. O yüzden buraya küçük Türkiye diyorum ben. Havalimanından gelenler için de kentin giriş yüzüyüz. O yüzden bizim dönemimizde herkesin Karabağlar’ı duyacağı, öğreneceği; Karabağlı olmaktan gurur duyacağı bir Karabağlar olacak” diye yanıt veriyor. Görünen o ki Başkan Helil Kınay, 21 aylık hazırlık dönemi sonrası yeni yılda Karabağlar hayali olan projeleri tek tek hayata geçirmeye hazırlanıyor. Özetle ilçenin o iş, sanayi, irili ufaklı gri yapılarıyla sinen maskülen havasına tam da “kadın eli” değiyor. Ayrıca yeni destekler ve projelerle Karabağlar kadınının emeği, gençlerin, çocukların hayalleri daha da görünür hale geliyor. Bence çok da iyi oluyor.
Terörsüz Türkiye-Terörsüz Bölge hedefi ikinci aşamasına girerken gelin şöyle bir çerçeve çizelim: Bu bir, "topluma yeniden kazandırma" düzenlemesi olsun meselâ Terör örgütü içinde silahlı ya da silahsız... Devamı için tıklayınız
ABD Başkanı Donald Trump'ın 4 Aralık 2025'te yayımladığı Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni (NSS) daha çok konuşacağız. Çünkü bu strateji belgesi önceki bütün belgelerden köklü bir kopuşu ilan ediyor. ABD'nin... Devamı için tıklayınız