Diyarbakır'da kamyon kaza yaptı: Şoför yanarak hayatını kaybetti

Diyarbakır'da kamyon kaza yaptı: Şoför yanarak hayatını kaybetti

Kaza, Çınar ilçe merkezine yaklaşık 11 kilometre uzaklıkta yer alan kırsal Belenli (Omera) Mahallesinde meydana geldi. Edinilen bilgilere göre A. Y. yönetimindeki kamyon, şoförünün kontrolünden çıkarak kaza yaptı. Kaza sonrası alev kamyon yanmaya başladı. İtfaiye ekipleri tarafından söndürülen kamyon şoförü A. Y. 'in yanarak hayatını kaybettiği belirlendi. Cenaze, otopsi yapılmak üzere Diyarbakır Adli Tıp Kurumuna kaldırılırken, kaza ile ilgili soruşturma başlatıldı.

Davet ve Gençlik Hareketi’nden Yenişehir'de park etkinliği

Davet ve Gençlik Hareketi’nden Yenişehir'de park etkinliği

Bu hafta etkinliklerin adresi, merkez Yenişehir ilçesi Üçkuyu TOKİ’lerde bulunan Zengi Park oldu. Dolu dolu ve öğretici içeriklerle hazırlanan program, Muhammed Said Yıldız’ın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Ardından İbrahim Yaz Hoca’nın katılımcılara hitap ettiği seminer gerçekleşti. Program kapsamında Özlem Ajans sanatçılarından Mahfuz Aktekin’in seslendirdiği ilahiler, ilgiyle dinlendi. Katılımcılar, gençlerin hazırladığı ders içerikli tiyatro gösterisini izledi, ardından ilahiler seslendirildi. Günün en eğlenceli bölümlerinden biri ise “Bilmeyen Islanır” balon oyunu oldu. Çekiliş ve dua ile etkinlik, sona erdi.

Sarhoş kadın pilot krizi: Uçak kalkış yapamadı, yolcular büyük şok yaşadı

Sarhoş kadın pilot krizi: Uçak kalkış yapamadı, yolcular büyük şok yaşadı

British Airways’in Edinburgh–Londra seferinde yolcu olarak bulunan 51 yaşındaki kadın pilotun aşırı alkol alması ve sergilediği agresif tavırlar, uçuşun iptal edilmesine yol açtı. Yolculara zor anlar yaşatan pilot, polise de direnince arbede çıktı. Gözaltına alınan kadın, “havacılık güvenliğini tehlikeye atmak” suçlamasıyla görevinden uzaklaştırıldı.

Prof. Dr. Aktay: İlk dört madde değiştirilmezse yapılacak hiçbir şey yok

Prof. Dr. Aktay: İlk dört madde değiştirilmezse yapılacak hiçbir şey yok

HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul'da "Toplumsal Mutabakat Arayışı ve Yeni Anayasa" çalıştayı gerçekleştirildi. Topkapı'da bir otelde düzenlenen çalıştayda, 3 oturum ile yeni anayasa çalışmalarında takip edilmesi gereken yol haritası, dikkat edilmesi gereken hususlar ve toplumun beklentilerine ilişkin önemli değerlendirmeler yapıldı. Şeyh Cemal Mürsel Hoca'nın Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başlayan çalıştay, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcı ve İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanı İshak Sağlam'ın açılış konuşması ile devam etti. HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu da bir selamlama konuşması gerçekleştirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 29. Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, "Neden Yeni Bir Anayasa? Türkiye'nin Anayasa Serüveni" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Çalıştayın son oturumunda "Kültürel Haklar ve Kültürel Hakların Korunması" başlığıyla Prof. Dr. Yasin Aktay, bir konuşma yaptı. 2003-2004'ten itibaren Türkiye'de sürekli anayasanın tartışıldığını belirten Aktay, anayasanın bir toplumsal sözleşme olduğunu söyledi. Hiçbir anayasanın, toplumun çok farklı, hatta azami derecede bir takım insanlarının katılımıyla gerçekleşmediğini ifade eden Aktay, "Yani bunu hangi anayasanın tarihine başvurursak vuralım, müracaat edersek edelim; anayasalar genellikle belli bir elit tabakanın, kendi aralarındaki tartışmalarıyla oluşturdukları bir metnin nihayetinde belki bir referandum yapılır ama o referandumlar genellikle göstermelik olur. Bu sadece Türkiye'de olmaz, her tarafta genellikle göstermelik olur. Halk genellikle o anayasa yapma sürecinin tamamına çok fazla katılmaz; katılır gibi gösterilir ama neticede çok da fazla katılmaz, en azından böyle diyebiliriz." diye konuştu. Anayasalar bir açıdan "dayatma metinler" olduğunu söyleyen Aktay, "12 Eylül Anayasası'nı milletin nasıl kabul ettiğini biliyoruz, yani yüzde 92 ile kabul etti bu millet. Kabul etme gerekçesi şuydu: Bir kısmının zaten başka seçeneği yoktu, şeffaf zarfların içerisine konulacak, o jandarma gözetiminde konulacak, o işkenceler… Gerçekleri bir şehir efsanesi haline gelmiş olan o ortamda, 'Sıkıysa bir insan gitsin, hayır oyu versin.' Birçok insan böyle korkarak, birçok insan gerçekten benimseyerek, 'Ya terörden kurtardı, Allah razı olsun bu askerden' falan diyerek yaptı. Yani herkes öyle yaptı diyemezsin, bu toplum çoğulcudur, toplum çeşitlidir, hiçbir zaman sizin hayallerinizdeki gibi bir şey değildir." dedi. Aktay, "Toplum bazen sizi hayal kırıklığına uğratacak kadar sizden uzaktır; hayallerinizden, beklentilerinizden, inançlarınızdan uzaktır. Zannetmeyin ki siz o topluma birtakım şeyler dayatılmış. 'Dayatılmasaydı bizden olurdu' diye bir şey yok; dayatılmasaydı da yine bizden olmazdı. Toplumda biz bir unsuruz, sadece bir örneğiz. Daha doğrusu bir örneklemiz, bir kesitiz. Toplumun bir derdi yok. Yani toplumda insanlar sizin dertlerinizden çok uzak dertlere sahiptirler. Onun için, bir bakıma da siyaset, derdimizi başkalarının derdi haline getirme sanattır. İnsanların bizim derdimizi dert haline getirmesini sağlayabilme sanatıdır. Bunun ne kadar başarabilirsek o kadar iyi bir siyaset yapmış oluyoruz. İrşat da bunun için yapılır, tebliğ de bunun için yapılır. İnsanlara 'Ey insanlar dert ettiğiniz şeyler dert değil, asıl dert 'Aha da budur' deyip, insanların gündemine Gazze'yi sokabilmektir. Bugün o kadar insan katlediliyor Gazze'de, kiminin umurunda…" şeklinde konuştu. 1921 Anayasasının yapılış sürecini anlatan Aktay, "1921 Anayasası, bir işgal sonrası yapıldı. Vatanımız işgal edildi arkadaşlar; 1918 yılından itibaren. Türkiye diye bir devlet yok. Biz istediğimiz kadar böyle havalara girelim; bağımsızlık, kurtuluş… Öyle bir kurtuluş olmadı. Türkiye henüz kurtulmadı, hiçbir zaman kurtulmadı. 1918'de ülkemiz işgal edildi. O gün bugün o işgal devam etmektedir ve bize dayatılan bir anayasa, bize yeni bir kimlik, yeni bir istikamet belirlemek üzere önümüze bir metin konuldu. Sadece 'siz şusunuz' denildi. Neysek o değil; onların ne dediyse o olduk. Bu toplum onlar ne istedilerse öyle oldu da nitekim. Maalesef oldu. Geldiler, yeni bir kimlik, yeni bir şey belirlediler." değerlendirmesinde bulundu. "1924 Anayasasıyla birlikte Türkiye Devleti artık dünya Müslümanlarını temsil eden bir devlet olma hüviyetini kaybetmiştir" 1921 yılında iyi kötü bir şekilde Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmiş olan, iyi bir anayasanın olduğunu ifade eden Aktay, "Fena olmayan, hakikaten halen Osmanlı'dan devralınmış bir bilinçle, şuurla, Saltanat hâlâ devam ediyor, Hilafet hâlâ devam ediyor ama işgal altında. İşgal altında da olsa henüz bir varlığı var, yani resmi bir varlığı, tüzel bir varlığı var, ama o da 1924 ile birlikte tamamen yok edildi. Ondan sonra başlayan süreç, bize dayatılan 1924 Anayasası ile birlikte… tabii ki ilk etapta bütün içeriği hâlâ 'İslam devletidir.' 1924 yılında bile Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir İslam devletidir, Müslümanların devletidir. Tevhid-i Tedrisat henüz gerçekleşmemiştir, ama Hilafet kaldırılmıştır. Dolayısıyla Türkiye Devleti artık dünya Müslümanlarını temsil eden bir devlet olma hüviyetini kaybetmiştir; artık sadece Türkiye'yi kabul eden bir devlet olmuştur." diye konuştu. 1924 Anayasasıyla birlikte kademeli olarak kimliklendirme sürecinin başlatıldığını aktaran Aktay, "Türkiye; yeni bir kültür. Türkiye'de var olan farklı kültürlerin haklarının korunması… Bütün kültürlerin üzerinden silindir gibi geçilen, hiçbir kültüre hiçbir varlık hakkı tanınmayan. Buna Türk kültürü de dahil. Bazıları diyorlar ki mesela Kürt kültürü Türk kültürü lehine asimile edilmiş, yok edilmiş. Hayır, Kürt kültürü yok edildiği kadar Türk kültürü de yok edilmiştir. Türk kültürü bu değildi. Zinhar, Türk kültürü canlı bir kültürdür. Kültür canlı bir varlıktır ve yaşandığı şekilde, 1924 yılı itibariyle belli bir aşamaya gelmiştir. O kültürü olduğu gibi kabul etmek zorundasınız. Eğer saygın varsa bir topluma. Türklere saygın varsa, Türkleri, yaşadıkları o birikimleri ile birlikte var edeceksiniz." değerlendirmesinde bulundu. "Türk kültürü, bir harf inkılabı ile birlikte yok edildi" 1924'ten sonra, 1928 Harf İnkılabı ile birlikte Türk kültürünün yok edildiğini vurgulayan Aktay, şöyle devam etti: Yani Türk kültürü, bir harf inkılabı ile birlikte yok edildi. Ondan sonra bizim karşımıza çıkarılan kültür Türk kültürü değildir. Başka bir kültürdür, üretilmiş, endüstriyel bir kültürdür ve bu kültür bütün insanlara empoze edilmiş oldu. Bakın, bunu özellikle söylüyorum: Bu yaşanan kültürel dezenformasyonun veya deformasyonun en önemli mağduru Türkler olmuştur. Türk kültürü yok edilmiştir. Ondan sonra tabii ki Kürt kültürü de Arap kültürü de Alevi kültürü de Sünni kültürü de… Türkiye içerisinde yaşanan bütün çok kültürlülük başlığı altında inceleyebileceğimiz ve ele alabileceğimiz diğer bütün kültürlerin hepsine de bir kültür katliamı uygulanmıştır. Kültür soykırımı uygulanmıştır hatta. Ve bu kültür soykırımı anayasada güvence altına almak da neymiş, öyle bir kültür yok, öyle bir farklılık yok; herkes tektir, herkes Türk'tür! Herkes anayasa karşısında eşittir!" Aktay, ardından yapılan 1961, 1982 anayasalarının da yönteminin aynı olduğunu, 2005-2006'dan itibaren Türkiye'nin gündemine anayasa tartışmalarının girdiğin ve bugün halen devam ettiğini kaydetti. 82 Anayasasının hâlen tek kültürlü ve 12 Eylül darbesinin kurucu ruhunu barındırdığını belirten Aktay, şöyle konuştu: "Hani hep sözü dolaştırıp dolaştırıp şeye getiriyoruz; ilk 4 maddeye falan getiriyoruz. İlk dört maddenin içeriğiyle ilgili, ben Türkiye'de herhangi bir kimsenin bir iki şey dışında bir tartışması olduğunu zannetmiyorum, bir itirazı olacağını, bu milletin bayrağı konusunda kimsenin bir tartışma konusu ettiğini zannetmiyorum. Bu bayrak Müslüman bayrağıdır; Türk bayrağı tek başına bir etnik grubun bayrağı değildir. Ve bu bayrak zaten özü itibariyle baktığınız zaman Pakistan'dan Cezayir'e kadar, ay yıldızlı bayrak bütün Müslüman milletlerin sembolüdür. Bu anlamda hiç kimsenin bayrağı tartışma konusu yaptığı yok. Orada başkentinin Ankara olması… Başkentinin Ankara olmasına hiç kimseye itiraz yok. Kalsın. Ama niye tartışılamasın kardeşim, niye düşünülemesin, niye değiştirilmesi teklif dahi edilemez olsun? Ben teklif etmiyorum, itirazım da yok. Ankara'da oturuyorum ve başkent Ankara'da olmasına hiçbir itirazım yok. Ama niye… Nitekim size şunu söyleyeyim: Daha Sakarya Savaşı esnasında Yunanlılar Ankara'ya doğru geliyorlar. 'Eyvah, şimdi ne yapacağız? Başkent elden gidecek. Hadi başkenti Kayseri'ye taşıyalım' diye bizzat önerenlerden biri bu anayasayı yapanlar. Yani anayasaya göre başkentin Ankara olmasını teklif edenler, Ankara'nın Kayseri'ye taşınmasını teklif etmişler. Niye değiştirilmesi teklif dahi edilemiyor? Ki 1924 Anayasasında zaten 'değiştirmesi teklif edilemez' diye bir şey yok. O hurafe sonradan çıktı. O kadar sonradan çıkmış olan bir hurafeden, sanki ezeli ve ebedi bir vahiy düsturuymuş gibi bize dayatılmış olması, bizim aklımıza aslında büyük bir hakarettir. Esas itibariyle, benim o maddeyle ilgili en önemli problem insan aklına hakaret olmasıdır." Kemalizm'in şu anda düşünülemeyen o kadar çok alanı vardır ki… Bu anayasanın bizzat kendisi bunun kanıtıdır. Önümüze öyle bir şey koyuyor ki: Atatürk ilkeleri… yani o ikinci madde saçma sapan bir maddedir. Atatürk ilkelerine, Atatürk'ün milliyetçiliğine uygun bir anayasa metni olması ciddi bir problemdir. Çünkü Atatürk Milliyetçiliğinin içine ne sokmuşsanız sokmuşsunuz işte. Bizi asimile etmiş, kültürel varlığımızı da deforme etmiş, üzerimizden silindir gibi geçmiş. Onun üzerine, bizim üzerimizde bir otorite kurulmuş. Yeni Anayasa yapacağız ama bu maddeye dokunmayacağız, '4 maddeye dokunmayacaksın.' Bırak kalsın olduğu gibi o zaman canım… Yani ilk 4 maddeye de dokunmayacaksan, niye o zahmete katlanıyorsun? 12 Eylül Anayasasının ruhu bu maddelerde zaten. Diğer yerlerin hepsini değiştiriyoruz zaten. Değiştirmekle ilgili hiç kimsenin bir problemi yok. Tapu kadastronun müdürlüğe mi, bakanlığa mı ait olacağı ile ilgili maddeleri değiştirip değiştirmemenin bize ne faydası var ki? Dolayısıyla ilk o maddeleri değiştirmediğimiz zaman, yapılacak hiçbir şeyin olmayacağını düşünüyorum şahsen. Anayasa çalışmalarının ve tartışmalarının, çaresiz tartışmalar olsa da anayasa metni yazma konusunda çok şey kazandırdığını söyleyen Aktay,  "Anayasa yazılması noktasında fikirler verildi ama şu gerçeği, sosyolojiyi ıskalamamamız lazım. Sosyoloji, bir noktadan sonra artık resmi devletten korkmak diye bir şey değil, halktan korkmak. Halk çeşitlenmiş, halk sahiplenmiş bazı düşüncelere… O halkın direnişi var, halkın direnci var. Bazı tabular toplumda yaygınlık kazanıyor, onlar bir takım saçma sapan fikirlerin muhafızları çoğalıyor toplumda. Bu da Kemalist eğitimin bir sonucu. Kemalist eğitim insanı geri bırakır. Yani Kemalist eğitim ve Kemalist zihniyet terakkiye manidir; bu çok açık bir şey. Yani insanı geri bırakır ve bu aşılmadan, yeni bir anayasaya düşüneceğimiz zaman bu gölgeden mutlaka ari bir şekilde yapmamız lazım. Yoksa kültür gidiyor." değerlendirmesinde bulundu.

Av. Öner: Türkiye'de hukuk sistemi yatağında akmayan akarsu gibi

Av. Öner: Türkiye'de hukuk sistemi yatağında akmayan akarsu gibi

HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul'da "Toplumsal Mutabakat Arayışı ve Yeni Anayasa" çalıştayı gerçekleştirildi. Topkapı'da bir otelde düzenlenen çalıştayda, 3 farklı panel oturumu ile yeni anayasa çalışmalarında takip edilmesi gereken yol haritası, dikkat edilmesi gereken hususlar ve toplumun beklentilerine ilişkin önemli değerlendirmeler yapılıyor. Şeyh Cemal Mürsel Hoca'nın Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başlayan çalıştay, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcı ve İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanı İshak Sağlam'ın açılış konuşması ile devam etti. HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu da bir selamlama konuşması gerçekleştirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 29. Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, "Neden Yeni Bir Anayasa? Türkiye'nin Anayasa Serüveni" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Çalıştayın ilk oturumunda Av. Ahmet Sait Öner "Nasıl Bir Anayasa? Manifesto Temsil Özgünlük" başlığıyla bir konuşma gerçekleştirdi. "Türkiye'de hukuk sistemi, yatağında akmayan akarsu" Türkiye'de emperyal müdahalenin, ülkenin hukuk sisteminde ani bir rota kırımı oluşturduğunu söyleyen Öner, "Bu ani rota kırımıyla Türkiye'de hukuk sistemi, yatağında akmayan akarsu gibi… Su yatağında akmadığı zaman taşkınlık yapar, rotasız kalır ya da aktığı havzaya bir değer, bir katkı akıtamaz. Türk hukuk sistemine de şu anda biz bu nedenle aslında kendi gerçekliğimiz üzerinden bir havza bu nedenle buluşturmamış durumdayız. Çünkü yatağında akmayan bir akarsu modeli ile karşı karşıyayız." Konuşmasının devamında "manifesto" başlığına dair düşüncelerini de aktardan Öner, "Uluslararası hukuk, bir manifestosu yazılmış ve bugün küresel sistemi dizayn ediyor. Birleşmiş Milletlerin yapısı, Dünya Ticaret Örgütünün yapısı bir manifestonun eseridir. Medine Sözleşmesi…. bunu da bu kavram bağlamında ifade ediyorum, bir manifestodur. Hukuk sistemimizin manifestosu bize ait olmadığına göre burada bir 100 yıllık muhasebe gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Elbette 100 yıllık muhasebenin karşısına 100 yıllık bir inşa projesi koyabilecek miyiz? Yeni bir anayasa burada bu inşanın bir parçası olabilecek mi? sorusuyla karşı karşıyayız. Ben bu nedenle öncelikle yeni anayasanın manifestosunun yazılması gerektiğini burada bu vesileyle ifade etmek istiyorum. Bu anayasanın bir başlangıç bölümü var, başlangıç bölümü yeniden yazılabilir, anayasanın muhtevasında da olabilir. Bununla ilgili farklı bakış açılarını, farklı tartışmaları şu anda gündeme getirmeye gerek yok ama bir manifesto yazımına ihtiyaç duyduğumuz kendini açık bir şekilde gösteriyor." değerlendirmesinde bulundu. "Temsil, bu yönle de halkın kendini yönetme iradesini ortaya koyması açısından kıymetlidir" Anayasada temsiliyetin önemine dikkat çeken Öner, "Temsil kavramının ve tanımlamasının devletle de çok yakından ilgisi var. Yani temsil edilmediğiniz yerde üst aklınız alınıyor. Biraz da taarruz eden bir fikriyatla konuşmak gerekirse: aslında bu halkın üst aklı, yani temsil değerinin alınması bana göre Osmanlı yıkımından daha büyük bir yıkımdır. Çünkü yönetmeyen, bir anlamda göçebe bırakılmış, bir yandan da iradesi elinden alınmış bir toplumun, yönetime katılmayan bir toplumun haliyle süreç içerisinde yönetme asaletini kaybettiğini de dikkate almamız gerekiyor. Bu nedenle aslında temsil, bu yönle de halkın kendini yönetme iradesini ortaya koyması açısından kıymetlidir. Bu yönüyle anayasayı kim yaparsa da egemen tabii ki o oluyor. Yani temsil aslında egemene de işaret etmiş oluyor. Toplumsal iradeleri temsil etmeyen anayasalarda bu yüzden biraz zümre temsili devreye giriyor." diye konuştu. Öner, "Manifestosu yeniden yazılmış bir anayasaya ihtiyacımız var ve elbette dillendiriliyor bütün bu başlıklar. Yeni ve sivil bir anayasaya ihtiyacımız var. Burada mevcut anayasanın öngörüldüğü usullere bağlı kalarak yapılacak bir anayasa ne yeni olacaktır ne sivil olacaktır. O darbe anayasalarının halka rağmenliği devreye girecektir. Dolayısıyla mevcut bir anayasayla yapmış olduğumuz yeni anayasa belki sivil olabilir ama halka rağmenliği devam edecektir böyle bir anayasanın." ifadelerini kullandı. Terörsüz Türkiye deklarasyonuyla, şu anda aslında mevcut Meclis yapısı dikkate alındığında daha geniş bir mutabakat ortamının, bir uzlaşı imkanının ortaya çıktığını söyleyen Öner, "Dolayısıyla buradaki birikimi ben önemsiyorum ama 2013 tecrübesini yeniden yaşama ihtimali de halen karşımızda duruyor. Yani akim kalma ihtimalinin olduğunu ifade edebilirim.  Burada yine değinmem gereken bir başlık, yani mutabakatı konuşurken muhalefet geleneğimizi, muhalefet kültürümüzü de konuşmak durumundayız. Bizde muhalefet, temelde sisteme karşı yapılan bir muhalefet değil. Bunu kimin getirdiğine yönelik bir muhalefet. Yani teklifin özünden ziyade teklifi getirene karşı bir muhalefet söz konusu. Dolayısıyla biraz ringe çıkarak, böyle sağlı sollu yumruklarla bir muhalefet geleneği geliştirmiş durumdayız. Bu da bizim yapısal sorunlarımızın tespitine ve çözüm önerilerimizin kabiliyetini zayıflatan bir kültüre dönüşmüş durumda. Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi tartışmalarını da ben böyle görüyorum. Yani bu ve artık bir temelde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemimizin veya başkanlık sistemi üzerinden Türkiye'de bir anayasal sistem sorunu olmadığını düşünüyorum. Artık sorun, mevcut hükümet sisteminin nasıl daha güçlü şekilde tahkim edileceği meselesidir. Bunun konuşulması gerektiğini daha çok ifade etmek gerekir." diye konuştu. Öner, "Toplumun tüm katmanlarını bir arada tutacak, kategorize etmeyen, bir şahsa, bir şahsın görüşüne, bir zümrenin ilkesine münhasır olmayacak bir mutabakat, bir ortak payda imkânı var. Buradan hareketle, 82 Anayasası'nda bu kapsayıcılığı, bu kuşatıcılığı zedeleyen Türklük, Atatürk milliyetçiliği, Atatürk ilke ve inkılapları, laiklik vurguları yerine, yeni anayasada daha kuşatıcı, ilkeleri kavramsallaştırmaların, tanımlamaların peşine düşmenin yürünen bu yolda bir fayda getireceğine inanıyorum." değerlendirmesinde bulundu. 'Türkiyelilik' kavramı ve benzeri 'millet' kavramı gibi tartışmaların olduğunu hatırlatan Öner, "İşte Mustafa Kemal'in de anayasa taslağında 'Türkiyeli' tabirini kullandığını biliyoruz, ama toplum olarak bunu hazır değiliz. İşte burada değişimin normalleşmesi devreye giriyor. Yani bir taraftan bizi bugüne getiren süreçlerin geride kalması, bir taraftan kuyruk acısı, bir taraftan evlat acısı, bir taraftan bugüne kadar ötekileştirilmiş, kutuplaştırılmış bu çatlakların giderilmesi; değişimin normalleştirilmesi ihtiyacını beraberinde getiriyor. Dolayısıyla henüz buralarda çok daha hazır olmadığımızı ifade etmek istiyorum." görüşünü savundu. Buradan hareketle 3-4 madde ile de belki öneriler başlığı altında öneriler sunulabilir. Ama en azından ben kendi namıma, şahitliğim adına, birkaç başlık ifade etmek istiyorum. Öner, konuşmasının devamında yeni anayasayla ilgili şu önerilerini paylaştı: "Giriş bölümünün, başlangıç bölümünün, anayasada manifestosu yazılmalıdır; değiştirilebilir bir anayasanın önü açılmalıdır. Bu yüzden değiştirilemez maddeler şerhinin kaldırılması gerekir. Bunun için değişimin normalleşmesi ilkesinden bahsettim. Toplumsal inisiyatif temsil edilmeli; bunun için sivil toplum unsurlarını hem iradesi hem de değerleri yansıtılmalıdır. Bu yöntem ve içeriğe değinir. 'Türkiyeli', 'millet' gibi kuşatıcı alternatif kavramlara, tanımlamalara ihtiyaç var. Temel hak ve hürriyetleri baskılayıcı bir misyona dönüşmüş, laiklik ilkesi gibi 14. maddede bunun örneklerini görüyoruz. Bu anlamda, tanımlanması ve yeni anayasada bu baskı rolüyle bulunmaması gerekiyor. İnkılap kanunları, bu toplumun yüzünün geleceğe dönüklüğünü korunması hakkında kanunu kast ediyorum. 174. madde; bu toplumun yüzünün geleceğe dönüklüğünü yine kayan anayasaya girmiş başlıklardan bir tanesi. Bunu da yeni anayasada yer almaması gerekir. Aile kurumu, günümüzde tartışmanın çok merkezinde durduğu için ve toplumun temeli olduğu için, sadece girmiş oldum. 41. maddede bir güvence var. Fakat bu güvencenin kapsamı genişletilmeli; anayasalarda çok spesifik tanımlamalar yapılmamalı. Çerçeve anayasa olmalı ama günümüzde aileyi tehdit eden, ifrat eden, LGBT ve benzeri tehlikelere karşı, belki de 41. maddenin yeniden ele alınması ve kapsamının genişletilmesi gerekir."

Prof. Dr. Eren: Şu anda tek ihtiyaç darbe anayasasından kurtulmaktır

Prof. Dr. Eren: Şu anda tek ihtiyaç darbe anayasasından kurtulmaktır

HÜDA PAR İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanlığı tarafından İstanbul'da "Toplumsal Mutabakat Arayışı ve Yeni Anayasa" çalıştayı gerçekleştirildi. Topkapı'da bir otelde düzenlenen çalıştayda, 3 oturum ile yeni anayasa çalışmalarında takip edilmesi gereken yol haritası, dikkat edilmesi gereken hususlar ve toplumun beklentilerine ilişkin önemli değerlendirmeler yapılıyor. Şeyh Cemal Mürsel Hoca'nın Kur'an-ı Kerim tilaveti ile başlayan çalıştay, HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcı ve İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Başkanı İshak Sağlam'ın açılış konuşması ile devam etti. HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu da bir selamlama konuşması gerçekleştirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi 29. Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şentop, "Neden Yeni Bir Anayasa? Türkiye'nin Anayasa Serüveni" başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. İlk oturumda Prof. Dr. Abdurrahman Eren, "Türkiye'nin Anayasa Yapım Deneyimi Işığında Yeni Anayasa Yapımında Yetki ve Yöntem Sorunu" başlıklı bir konuşma yaptı. Kurucu Meclis'in yanı sıra olağan hukuk düzeni içerisinde de olağan bir mecliste de yeni anayasa yapılabileceğini söyleyen Eren, "Bununda tarihimizde örnekleri vardır. 1876 ve 1924 anayasaları aslında olağan hukuk düzeni içinde anayasa yapmaya örnek gösterilir. Yani devam eden mevcut iktidarın içinde yeni bir anayasa yapılmasıdır. 1876 anayasası ilk anayasamız olarak mevcut devlet devam ediyor. Biz anayasayı o dönemki cari hukuk düzenine göre kabul ediyoruz ve padişahın onayıyla yürürlüğe koyuyoruz. Burada bir kurucu meclis yok, hukuk dışı bir durum yok. Dolayısıyla bu olağan düzen içerisinde bir anayasa yapmaktır. Bizim tarihimizde en çok örnek gösterilen bugünkü gibi bir yapı içerisinde yeni bir anayasa yapma örneği 1924 Anayasası'dır. Çünkü ikinci meclis normal seçimlere göre oluşmuştur. Bir kurucu meclis olarak oluşmamıştır. Normal meclis olduğu halde 1876 ve 1921'i kaldırıp yeni bir anayasa yapmıştır. Demek ki olağan bir meclis yasama yetkisine dayanarak yeni bir anayasa yapabilir." dedi. 1961 ve 1982 anayasalarının da bir darbe anayasası olduğunu söyleyen Eren, "O zaman şu tespiti yapabiliriz. Şu an Türkiye'de bir darbe, savaş olmadığına göre ve bir egemenlik tartışmaları da olmadığına göre, olan bir hukuk düzeni içerisinde olduğumuza göre yeni anayasayı yapma yetkisi hiç şüphesiz ki şu anki Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne aittir. Dünyada şu an anayasasını hiç yenilemeyen 8 tane ülke var ki bunlar da monarşi ile yönetiliyor. Dünyada 193 tane ülke var. Demek ki herkes anayasa yapmış. Dünyada anayasa yapma ortalaması 10. Biz anayasa yapma ortalamasını çok altındayız. Toplam 5 kere anayasa yapmışız. Dünyada ortalama 10'dan fazla anayasa yapılmış. Yani anayasa yapmayı çok kutsal olarak görmeye gerek yoktur. Anayasa bir yönüyle de teşkilat kanunudur aslında. Dolayısıyla eski tecrübemiz bize gösteriyor ki şu an bizim ihtiyacımız bir reform anayasası ve bu reform anayasaları da olan hukuk düzeni içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılır. Bunun tarihimizdeki örneği 1924 anayasasıdır." şeklinde konuştu. 1982 anayasasının olarak darbeci ve vesayetçi bir markasının olduğunu belirten Eren, "Bundan kurtulma her dönemin ilk önceliği olmuştur. Halen de öyledir. Hatta belki tek öncelikle denilebilir şu an için. Şu anda tek ihtiyaç da belki de bu darbe anayasasından kurtulmaktır. Bu gerçekleştirilebilir anlamında söylüyorum. İçerik tartışmalarını oraya ya da buraya çekersek yeni bir anayasa yapamayız. Eğer sadece vesayetçi anayasadan kurtulmakta uzlaşabilirsek belki yeni bir anayasa yapabiliriz diye düşünüyorum." dedi. "Ya kurucu meclis yada olağan meclis anayasa yapar" 1991-1993 döneminde yeni Anayasa çalışmaları başlayınca o dönemde de malum vesayetin yüksek olduğu, sivil iktidarın kafasına göre anayasayı yapıp etmeye yönelik tartışacağı ya da konuşacağı alanın olmadığını söyleyen Eren, "Fakat o dönemde darbeci ve vasiyetçi yapılarla yakın ilişkisi olan TÜSİAD gibi daha çok örgütlü sendikaların çalışmaları olduğunu görüyoruz. Partiler yeni anayasa konusunda çok da sesini çıkartamıyordu. O yüzden 91-93 döneminde en önemli çalışmayı TÜSİAD yapmıştır. TÜSİAD'ın hazırladığı bu yeni anayasa çalışmalarında heyet toplanıp yeni bir anayasaya kesinlikle bir ihtiyacın olduğunu söylüyorlar. Yönteme ilişkin öneriler getiriyorlar. Yani dünyada iki türlü anayasa yapma yöntemi vardır. Ya kurucu meclis olur yada olağan meclis anayasa yapar, referandumla halkın onayına sunulur ve öylece anayasa yapılır. Aslında o dönemin bütün anayasacıları da Türkiye'de kurucu meclis olmasını değil normal bir meclisin bir anayasa yazacağına dair raporuna herkes ulaşabilir. Olağan meclis, yeni anayasa yapabilir diyorlar. Hatta şu cümleyi kurmuşlar 'anayasada değişiklik yapmaya yetkili bir organın yeni bir anayasa yapma konusunda da yetkisi olduğu hususunda bir kuşku yoktur.' Hatta buna örnek olarak da 1924 anayasasını örneklemişler." şeklinde konuştu. 2007-2010 döneminde anayasa sürecine AK Parti'nin katıldığını hatırlatan Eren, "AK Parti'de o zamanlar malum yaşadığı süreç içerisinde sürekli askeri vesayet ile mücadelesi hep bir sivilleşme, sivil bir anayasa, demokrasi zırhı ile kendini o şeyden kurtarma çabası içinde olduğu için hep yeni anayasa gündeminde olmuştur. O dönemde ilk defa yönteme dair somut öneriler ortaya kondu. 2010 yılının özelliği sendikaların dışında daha geniş kitleler yavaş yavaş anayasa sürecine dahil olmaya çalıştı. Ama 2011-2013 dönemi tarihimizde ilk defa toplumun tüm kesimlerinin en geniş katılımla yürüttüğü yeni anayasa teşebbüsü... Bu dönemde herkes ilk defa eteğindeki taşı ortaya döktü. Bu taşlar dökülünce biraz irkildiler. Bu talepleri sindiremediler. 2013 yılından günümüze yıllar geçti acaba sindirebilecek miyiz? Farklılıklarımızı henüz sindiremedik. 2028'e kadar da mümkün olmayacağı kanaatindeyim. 2011-2013 dönemi yöntemi kesinleştirdi. İlk olarak meclis çatısı altında anayasa uzlaşma komisyonu kurulması, sonra bu komisyon Türkiye'den tüm talepleri toplayacak. Bu ikisi yapıldı. 3. aşama olarak taslak metin de yazıldı. Çoğu insan hakları ile ilgili olan 60 madde yazıldı. Sonra asıl iktidar alanına gelince yani hükümet sistemine gelince, yasama ve yürütmeye gelince AK Parti'nin başkanlık sistemi demesi ve muhalefetin de buna karşı çıkmasıyla o süreç kapandı. Eğer süreç devam etmiş olsaydı taslak metin yazılacaktı. Bu teklifleştirilecekti. Teklif mecliste kanunlaşacaktı ama altını çizmek istiyorum ki bu kanun, anayasa demek değildir. Bunu anayasallaştıran milletin onayıdır. Dolayısıyla millet bu kanunu referandumda onaylarsa o kanun anayasal bir kanun haline gelecek. Demek ki yeni bir anayasada bu formül geçerlidir. Bir anayasa yaparsak da bu yönteme göre yapacağız." değerlendirmesinde bulundu. "Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir anayasa yapabilir" Eren, "Malum 2016-2017 döneminde de FETÖ iktidarı değiştirmeye kalktı. Dershaneler üzerinden kendini meşrulaştırmaya çalıştı. O zaman başkanlık sistemine kesin olarak karşı çıkan MHP darbe sonrası başkanlık sistemine olumlu yaklaşınca başkanlık sistemine geçildi. O dönemde de İsmail Kahraman başkanlığında partiler arası uzlaşma denendi, yeni bir anayasa yapalım dendi ama bir anayasa değişikliği ile başkanlık sistemine geçtik ve 2021 yılına gelince cumhurbaşkanımız yeni bir anayasa dedi. Herkes anayasa yapsın dedi ama ne hikmetse henüz kendileri bir metin yapamadılar. MHP 2021 yılının Mayıs ayında 100 maddelik anayasa diye anayasa metnini kamuoyuna duyurdu. Sonra 22 Kasım 2022 yılında 6 partiden oluşan Millet İttifakı 'anayasa önerimiz' diye bir duyuru yaptı. 11 Haziran 2025'te AK Parti yeni bir anayasa komisyonu kurdu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı başkanlığında şu an partiler arası uzlaşma süreci yürütülüyor. Araya Terörsüz Türkiye meselesi girince anayasa çalışmaları biraz geri kaldı. Ama artık yetki konusu yerine netleşmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi yeni bir anayasa yapabilir. Böylece 1982 Darbesinin vesayetçi kalıntısı alan bu metinden kurtulup yeni bir anayasaya sahip olunabileceğinin, yöntem olunabileceğinin, yöntem olarak bir sorun yok." şeklinde konuştu.