Korku dalgaları

Korku dalgaları

Yeni Dünya Düzeni'nde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Tüm gelişmeler bunu bağırarak haykırıyor. Ne NATO ne de BM ve benzeri kurumlar mevcut haliyle asla kalamayacak. Her şey kökünden değişecek.... Devamı için tıklayınız

F.Bahçe’nin Bergen sefası

F.Bahçe’nin Bergen sefası

Önce şunu hatırlatalım. Bergen şehri, Türk sporu için büyük önem taşıyor. 2004’te bu şehirde, ama bu statta değil, Elvan Abeylegesse 14:24.68 ile kadınlar 5 bin metrede dünya rekoru kırmıştı. Bu şehirde bir sıkıntı olmayacaktı olmadı da. Fenerbahçe için kritik bir maçtı. 8 puan güvenli değildi. Elde kalan tek iç saha maçı Premier Lig’i kasıp kavuran Aston Villa ile oynanacaktı. Soğuktan en az 1 puan çıkmalıydı. Daha 5’inci dakikada Mert’le başlayan Nene’nin incenin incesi pasıyla olgunlaşan atak Kerem Potter’ın harika aşırtmasıyla bitti. Fenerbahçe’ye geldiğinden bu yana bir türlü yüzü gülmeyen Kerem için daha iyi bir rehabilitasyon olamazdı herhalde. Helland’ın 18’inci dakikada atılması Fenerbahçe için rahatlama anlamına geliyordu. Hani bazen takımlar, rakip 10 kişi kalınca şaşırır bocalar ya sarı-lacivertliler tam tersine daha verimli daha iştahlı oynadı. Ne kadar eleştirilen adam varsa katkı verdi. Oosterwolde ve Brown asist yaptı, Talisca 2 gol attı. Devre arasına giderken 3 puan cepteydi. İkinci yarıda Fenerbahçe’nin Bergen sefası sürdü. Aslında ağır Brann savunmasının arkasına hızlı oyuncularını sarkıtan, kanat beklerini öne gönderen Tedesco daha işin başında planını doğru yapmıştı. Tabii ki golün erken gelmesi ve kırmızı kart, bu planın doğru işlediğini gösterdi. Konya maçı öncesinde istediği her değişikliği yaptı Tedesco. Bu tip takımlara karşı en önemli şey aradaki güç farkını ortaya çıkarmaktır. Artı rakibin iyi yapabildiklerine izin vermemektir. Fenerbahçe, bunu başardı. Norveç ekibi, ezberini bozmak zorunda kaldı. Bu tip standart takımlar için en büyük sıkıntı budur zaten. Farklı galibiyet, moral ve ilk 24’ü matematiksel olmasa da neredeyse garantileyerek dönüyor Fenerbahçe.

G.Saray'da temel sorun orta saha

G.Saray'da temel sorun orta saha

Galatasaray’ı bu kadroyla iyi futbol oynamıyor diye hepimiz eleştiriyoruz. Kabul ediyorum sakatlar var, cezalılar var. Peki bu futbolcular düzeldiği zaman sorun bitecek mi? Kesinlikle bitmeyecek. Düşünebiliyor musunuz, takımın bütün kaderi Lemina’ya bağlı. O oynadığı zaman takımın defansı rahatlıyor, rakibe pozisyon vermiyor. Orta sahada rakibine üstünlük sağlıyor ve maçı zorlanmadan kazanıyor. Peki Okan hocanın elinde Lemina’dan başka aynı işi yapabilecek futbolcu var mı, yok! Forvetin arksında Mertens varken sorun yaşanmıyordu. Şimdi Sara veya İlkay oynuyor. Hadi İlkay sakattı diyelim. Peki Sara, Yunus veya İlkay, Mertens’in verdiği katkıyı verebiliyor mu? Hayır veremiyor, veremez de... Herkes Icardi’yi eleştiriyor. Adamı yerle bir ettiler. Okan Buruk da Icardi’ye Yusuf muamelesi yapıp, 88’de oyuna alıyor. Bu değişiklik yapılırken Icardi’den ne bekleniyor ya da kendisi ne yapabilir? Kanatlardan top gelmiyor, 10 numaradan top gelmiyor, orta saha ileri çıkmıyor, o da etkili olamıyor. Ne yapması isteniyor? O da Osimhen gibi gerilere gelecek kendi pozisyonunu kendi yaratacak ve gol atacak. Dünyada böyle bir futbol var mı? Olmasını istemem ama çok yakında Osimhen’de de büyük düşüş yaşanacak. Bunu Monaco maçında gördük. Adama bir tek top gelmedi, o da ikinci yarıda kaleye şut çekmeden maçı bitirdi. Icardi şu an Türkiye’de topa en iyi vuran futbolcu. Bu oyuncuyu bitirmek için herkes bir şey söylüyor. Ben bunların hiçbirine katılmıyorum. Sen Osimhen’i de, Icardi’yi de ceza sahasında topla buluştur, ikisi de hem Türkiye’de hem Devler Ligi’nde gol kralı olur. Yönetim bu Icardi eleştirilerine müsaade etmemeli. Maalesef yöneticilerden bazıları basındaki arkadaşlarına Icardi hakkında olumsuz şeyler söylüyorlar. Onlar da yıldız futbolcunun aleyhinde kampanya yapıyor. Çok büyük hata. Osimhen Afrika Uluslar Kupası’na gidecek. Kasımpaşa, Başakşehir, Süper Kupa’daki Trabzon maçı, biraz daha ileri gideyim belki Atletico maçında da Icardi santrfor olarak sahaya çıkacak. Okan hoca orta saha problemini halletmezse korkarım bu maçlar ve ligin ikinci yarısı maçlarında şimdiki problem devam edecek. Hani millet yazıp çiziyor ya; devre arasında iyi bir santrfor alın diye... Alınsa dahi o santrfor hiçbir şey yapamaz, Icardi ve Osimhen’in durumuna düşer. Şu an transfer yapılacaksa takımın iki tane Lemina’ya ihtiyacı var. Biri Torreira’nın yanına ikincisi forvet arkasına. Ayrıca stoper diyorlar. Evet Lemina’nın olmadığı maçlarda Sanchez ve Abdülkerim resmen uyuyor ve ağır kalıyorlar. Singo, Monaco’dayken en iyi stoper seçildi. Hoca onu sağ bekte oynatıyor ve bu yüzden sakatlandı. Sallai de sağ bek değil, Singo da. Şayet transfer yapılacaksa 2 orta saha, 1 sağ bek lazım. Üç tane sol bekin var. Barış’ın yerinde Kazımcan da Jakobs da oynasa, aynı performansı gösterir. İnşallah yönetim maceraya girmez, bu mevkilere futbolcu alır. İki hakemden özür dileyin Bir haftadır kıyamet kopuyor. Mehmet Türkmen ve Onur Özütoprak, Samsun maçında neden Kazımcan’ın pozisyonuna penaltı vermedi diye. TFF Başkanı da o kıyameti koparanlara katılıyor. Önceki gece Real Madrid-Manchester City maçı oynandı. Tribünlerde 80 bin taraftar var. Real Madrid mağlup durumda. Cityli futbolcunun eline aynı Kazımcan’ın pozisyonunda olduğu gibi hatta daha net top geliyor. Maçın dünyaca ünlü hakemi Fransız Turpin devam diyor. VAR da, baş hakemi uyarmıyor. Ve Real Madrid evinde mağlup oluyor. Görüyorsunuz değil mi kurallar Türkiye’de farklı dışarıda farklı algılanıyor. Ama bizim buradaki eleştirmenler IFAB kurallarını geçersiz sayıp, Türkiye’deki kuralları destekliyorlar. Şimdi ne olması gerekir? Başta TFF Başkanı ve eleştirmenlerin, Mehmet Türkmen ve Onur Özütoprak’tan özür dilemeleri lazım.

Sürpriz yapmadı faizi %38’e çekti

Sürpriz yapmadı faizi %38’e çekti

Aralık toplantısında politika faizinin yüzde 38’e çekilmesi, son çeyrekte başlayan temkinli gevşeme sürecinin sürdüğünü gösterdi. Enflasyon eğiliminde görülen yumuşama Merkez Bankası’na alan açarken, kurum risk uyarılarını koruyor Merkez Bankası yılın son toplantısında politika faizini 150 baz puanlık indirimle yüzde 38’e çekti. Bu adım, kademeli biçimde süren gevşeme çizgisinin aralık ayında da korunduğunu gösteriyor. Banka, enflasyonun ana eğiliminde ekim ve kasım aylarında gözlenen yavaşlamayı öne çıkarırken, özellikle gıdada yaşanan gelişmenin dezenflasyon sürecini desteklediğini belirtiyor. Talepteki dengelenme ve beklentilerdeki sınırlı iyileşme, karar metninin tonunu ekime kıyasla daha yumuşak bir noktaya taşıyor. Risk uyarıları masada Her ne kadar metinde iyileşme sinyalleri öne çıksa da, Merkez Bankası fiyatlama davranışlarında kalıcı kırılmanın henüz gözlenmediğini vurguluyor. Bu nedenle “ara hedeflerden belirgin bir ayrışma hâlinde sıkılaştırma ihtimali” korunuyor. Banka böylece gevşeme döngüsünün sınırsız olmadığını; enflasyon görünümünün izin verdiği ölçüde adım atıldığını güçlü bir şekilde duyuruyor. Politika iletişimindeki bu temkinli ton, 2026’ya geçişte fiyat istikrarı odaklı çerçevenin süreceğini işaret ediyor. Kontrollü normalleşme Aralık kararında koridorun her iki ucunun da indirilmesi, para piyasası maliyetlerinin politika faiziyle uyumlu şekilde aşağı gelmesini sağlayacak bir çerçeve oluşturuyor. Merkez Bankası aynı zamanda kredi ve mevduat piyasalarındaki sapmalara karşı makroihtiyati tedbirleri devreye almaya hazır olduğunu yineliyor. Yılın son çeyreğinde finansman koşullarının kademeli normalleşmesi, politika aktarımını destekleyen bir görünüm yaratmış durumda. Sıkılık gevşiyor Üçüncü çeyrek büyümesinin öngörülenin üzerinde gelmesi, iç talebin hâlâ canlı olduğunu ortaya koyarken, son çeyrek göstergeleri daha dengeli bir patikaya işaret ediyor. Bu tablo, Merkez Bankası’na büyüme tarafında aşırı risk almadan sınırlı faiz indirimi imkânı tanıyor. Banka, 2026 perspektifinde fiyat istikrarını merkezde tutmaya devam edeceğini vurgularken, orta vadeli yüzde 5 hedefini de politika çerçevesinin değişmeyen unsuru olarak konumlandırıyor. Aralık kararı, ekonominin dengelenme sürecinin belirginleştiği bir dönemde, Merkez Bankası’nın sıkı duruşunu terk etmeden attığı kontrollü bir adımı işaret ediyor. Önümüzdeki dönemde en kritik konu; gıda fiyatlarının seyri, talepteki yumuşamanın kalıcılığı ve beklentilerin ilk çeyrekte nasıl şekilleneceği olacak. Para politikası geçişkenliğinin güçlenmesi, 2026 yılına ilişkin beklentilerin temel belirleyicilerinden biri olacak. Neler Değişti? 1- Politika faizi yüzde 39.5’ten yüzde 38’e indi; son iki toplantıda toplam 250 baz puanlık ölçülü gevşeme yapıldı. 2- Gecelik faiz koridorunun her iki ucu indirildi; borç verme yüzde 42.5’ten yüzde 41’e; borçlanma yüzde 38’den yüzde 36.5’e düştü. 3- Enflasyonun ana eğiliminde gerileme vurgusu güçlendi; ekimde yükseliş riskleri öne çıkarılırken aralıkta iyileşme işaretleri yer aldı. 4- Gıda fiyatları aralıkta aşağı yönlü destek olarak öne çıktı; ekimde gıda kaynaklı riskler baskındı; aralıkta tersi yönlü katkı görüldü. 5- Büyüme değerlendirmesi değişti; ekimde temkinli bir ton hâkimken aralıkta güçlü üçüncü çeyrek verisi ve dengeli talep öne çıkarıldı. 6- Politika iletişimi daha yumuşak ancak temkinli kaldı; her iki metinde de gerektiğinde sıkılaştırmaya dönülebileceği vurgulandı. 7- Likidite ve makroihtiyati çerçeve aynı sertlikte sürdürülüyor; para aktarım mekanizmasının gerektiğinde takviye edileceği mesajı değişmeden devam ediyor. 2025 Para Politikasının 5 adımda öyküsü 1- 2025 yılı, sıkı duruşun korunduğu ancak enflasyon beklentilerinin yüksekliği nedeniyle faiz indirimlerinin yılın başında son derece sınırlı tutulduğu bir politika çerçevesiyle başladı. 2- Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması sonrasında faiz 46’ya çıkarıldı ve yılın en belirgin ara sıkılaştırma adımının atıldığı dönüm noktası oldu. 3- Yaz aylarında talepteki dengelenmenin güçlenmesiyle Merkez Bankası, faizi kademeli biçimde yüzde 43, sonra yüzde 40.5 ve yüzde 39.5’e indirdi ve kontrollü bir gevşeme süreci başlattı. 4- Son çeyrekte enflasyonun ana eğiliminin yavaşlaması ve gıda fiyatlarının beklenenden olumlu seyretmesi, fiyatlama davranışlarında kısmi iyileşme yaratarak politika alanını genişletti. 5- Aralık toplantısında politika faizi yüzde 38’e çekilirken faiz koridorunun her iki ucu da aşağı indirildi ve yıl, temkinli gevşemenin sıkı çerçeveyle sürdüğü bir politika duruşuyla tamamlandı.

CHP ileri demokrasiye geçti

CHP ileri demokrasiye geçti

Bazen yazıyla anlatmak yerine rakamlarla konuşmak daha etkili oluyor. Dün telefonla sohbet ettiğim eski bir CHP milletvekilinin verdiği bilgiye göre; ana muhalefet partisi 2025 yılı içinde tam 1017 kişiyi parti disiplinine uymadıkları gerekçesiyle ihraç etmiş! Gürsel Tekin, Berhan Şimşek, Barış Yarkadaş, Metin Lütfi Baydar’ı tanıyoruz. Peki ya diğerleri? Onların suçu ne ola ki? CHP yönetimine göre onların da suçu büyük… Mesela İstanbul’dan Şengül Yılmaz adlı partiliyi sosyal medyadan “Gürsel Tekin bu partinin öz evladıdır” dediği için ihraç etmişler! Her fırsatta “Biz AKP değiliz, bizde parti içi demokrasi var” diye böbürlenenlerin CHP’yi getirdikleri nokta gerçekten ibretlik. Konuşan, parti yönetimini eleştiren herkes anında kapının önüne konuluyor. Son kurban Mersin Milletvekili Hasan Ufuk Çakır olacaktı… Adam başına gelecekleri görünce kendisi istifa etti… CHP’nin partiden ihraç ettiği isimlerin ortak noktası ne biliyor musunuz? Kemal Kılıçdaroğlu destekçisi olmaları filan değil. Yolsuzluktan alınan İBB eski Başkanını ve icraatlarını eleştirmeleri. “CHP neden hırsızlıklarla, yolsuzluklarla anılıyor? Neden bu iddiaların odak noktasındaki isimlere parti yönetimi kol kanat geriyor? Bunlar yargıda aklanana kadar partiden ayrılsınlar” dedikleri için kapının önüne konuldular. Yani CHP’de İmamoğlu’na dokunan yanıyor. Bu benzetme size de tanıdık geldi mi? Altaylı’nın tuhaf tehdidi Cumhurbaşkanına hakaretten tutuklu olan Fatih Altaylı, geçen hafta cezaevinden iş dünyasını tehdit etti! Söz konusu Altaylı olunca pek şaşılacak bir durum değil bu. Adamın mesleki kariyerinde tehdit etmediği, hakarette bulunmadığı kimse kalmadı zaten. Ama bu kez hep arasını iyi tuttuğu iş dünyasını hedefe koyması enteresan. Altaylı diyor ki … “Dışarı çıktığımda iş dünyasının içinden geçeceğim. Türk burjuvazisi filan deniyor, burjuva değiller. Üstü bakırla kaplanmış kasaba esnafı hepsi!” İş dünyasından kimse bu tehdide bir cevap vermedi. Ama verilen mesajı aldıklarından hiç şüphem yok. Altaylı o tehdidi kendi adına mı yapıyor yoksa başkaları adına mı? İş dünyası istedi diye tutukluğunun sona ermeyeceğini biliyor olmalı. Yoksa orada Türk sermayesine verilmeye çalışılan farklı bir mesaj mı var? Elinizdeki gücü siyasi iktidarı hırpalamak için kullanın çağrısı mı bu? Eğer öyleyse...O tehdidi savuran Altaylı değil , başkasıdır. Kim mi o başkası ya da başkaları? Ülkenin Cumhurbaşkanına “Geçmişine bak bu milletin. Uzak geçmişine bak. Bu millet padişahını boğmuş bir millettir. Az, uz değildir öldürülen, suikasta kurban giden Osmanlı padişahı veya boğazlanan veya intihar etti süsü verilen” diye aba altından kim sopa göstertmeye kalktıysa onlar… Kim oldukları yeterince açık aslında…

Altın Gençler, İş Bankası ve ?..

Altın Gençler, İş Bankası ve ?..

Atalarımız “Marifet iltifata tabidir” demiş ama bunu unutalı çok oldu. Eleştiriyi çok seviyoruz ama teşekkür ya da iltifatta o kadar bonkör değiliz. Devletin vatandaşa bakış açısı da eğitimde olduğu gibi ödüllendirmeye değil, cezalandırmaya yönelik. Gelişmiş ülkelerde öğrencilerin neyi bildiği, hangi yetkinliğe sahip olduğu tespit edilip geliştirilir biz ise öğrencilerin başarısız olduğu derslere bakıp yaşamlarını altüst ederiz… Lise ve dengi okullarda 300’ü aşkın ders okutuluyor ama sınavlarda sadece 10 dersten soru soruluyor. Diğerleri ise “boşa zaman kaybı!..” Oysa o derslerin de her öğrenciye, en azından sınavda soru sorulan dersler kadar katacağı çok önemli kazanımlar, yetkinlikler, farklı bakış açıları var ama bu kimin umurunda!.. İşte bu yüzden eğitim sistemimizin en büyük baş ağrısı, çocuklarımızı her şeyden koparıp sınav köleleri haline getiren bu sistem! Başarıdan ne anlıyoruz? Üniversiteye girişin nasıl olacağına YÖK karar veriyor, ÖSYM uyguluyor, MEB seyrediyor. İş Bankası da ödüllendiriyor! Hem de 54 yıldır.. İçlerinden hiçbirinin onca yıldır gidişatı zerre kadar da olsa sorgulamıyor olması ise en ilginç olanı! İş Bankası’nın 1971’ten bu yana sürdürdüğü “Altın Gençler” projesi çerçevesinde bugüne kadar 4 bine yakın gencimize ödül verildi.c2025 üniversite giriş sınavlarında SAY, EA, SÖZ ve DİL ham puan türlerinden birinde ilk 30’a giren öğrencilerin ödülleri de önceki gün kendilerine takdim edildi. Öğrencilerin çoğu Ankara ve İstanbul’daki üniversiteleri tercih ettikleri için ulaşım ve barınma sorunları olmadı. Aileleri ve öğretmenleri uzaktan gelenlerin masraflarını da İş Bankası karşıladı. Misafirler görkemli bir tören beklerken çok sade bir törenle evlerine uğurlandılar. Plaketleri törenin yapıldığı İş Bankası kulelerine girişte verildi, 30 bin TL’lik para ödülleri hesaplarına yatırıldı, 102 öğrenciye temsilen iki öğrenciye de plaket sunuldu. Plaketleri, Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Bali’nin vereceği açıklanmıştı, Genel Müdür Hakan Aran verdi. Seremoni toplam 12 dakika sürdü. İlk 8 dakikası Aran’ın konuşmasıyla geçti. Son 4 dakikada ise plaket töreni yapıldı, toplu fotoğraf çekildi! Tören öncesi ve sonrasında ise ayaküstü sohbetler ve atıştırmalıklar vardı… Sadece ülkemizin değil, dünyanın önde gelen bankalarından biri olan ve en önemlisi de yarım asırdır bu töreni düzenleyen İş Bankası, görünen o ki biraz proje ve tören yorgunu olmuş. Her yaştan herkese ve özellikle de gençlere yönelik o kadar çok toplumsal projeye imza atıyorlar ki katılanlar için müthiş bir heyecan fırtınası yaratan bu etkinlikler, sanki onlar için rutine dönüşüp enerjisini ve heyecanını kaybetmiş bir angarya haline gelmiş! Öyle olmasaydı, böyle olur muydu? ■ Örneğin 30 bin TL’lik para ödülü enflasyona rağmen aynen kalır mıydı? ■ Her öğrencinin ödülü aileleri ve öğretmenleriyle birlikte sahneye çağırılarak verilseydi çok daha onur verici olmaz mıydı? ■ Tüm öğrencilere ve velilere olmasa da istekli olanlara o anki duygularını paylaşmak için mikrofon uzatılamaz mıydı? ■ Önceki yılların, hatta en kıdemli Altın Gençleri de törene davet edilemez miydi? ■ Temsili plaketlerin şampiyonlara değil de daha alt sıradakilere verilmesinin gerekçesi paylaşılamaz mıydı? ■ Gençlerin seçtikleri üniversiteler, meslekler ve sonraki serüvenleri konusunda bir araştırma paylaşılamaz mıydı?.. Aran sayıları 4 bine ulaşan gençlerden zirveye ulaşanlara yönelik isimler saydı, hepsi 4 taneydi. Eminiz ki çok daha fazlası vardı ama belli ki onun da elinde yeterince veri yoktu. Ödül özendirici mi? 102 Altın Genç’e başarı plaketi, 30 bin TL (600 Euro) para ödülü ve Avrupa’da trenle seyahat imkânı sağlayan InterRail Global Pass bileti verildi. Ödüller önceki yıllarda minik de olsa bir Avrupa turu için yeterli olabilirdi. Peki ya şimdi? Bırakın kültürel etkinlikleri barınma ve yemeğe bile yetmez. En azından enflasyon oranında artırılamaz mıydı? Hatta Müze ve konser biletleri ile mesleki yayınlar almak için ayrı bir bütçe tahsis edilemez miydi? Gittikleri ülkelerdeki önceki yılların Altın Gençleri’yle buluşma olanağı sağlanamaz mıydı? Geçmişi tartışmanın kimseye bir yararı yok. 54 yıl böyle geçti diye önümüzdeki yıllarda böyle geçecek değil. Eminiz ki bundan sonraki seçme kriterleri daha farklı olacak, törenler ve ödüller de daha göz kamaştırıcı hale gelecektir. Dahası her yeni ödül alanların doğal üye olacağı bir Altın Gençler Kulübü olaya bambaşka bambaşka bir boyut kazandırmaz mı? İş Bankası başarıyı ödüllendirme konusunda müthiş bir adım attı ve bu bayrağı 54 yıldır dalgalandırıyor. O bayrağı çok daha yükseklere tırmandırma ve İş Bankası’na bu yolculuğunda en büyük yardımcısı artık bizzat Altın Gençler olmalı… Cumhuriyet tarihimizin en önemli eserlerinden olan ve üç kuşaktır ailemizin olmazsa olmazı olan bankamızdan çok daha fazlasını beklemek ve karınca kararınca da olsa katkıda bulunmak hepimizin görevi olmalı… Aran’ın 45 yıllık bireysel iş yaşamının bir özeti olarak başarının tarifinin yeniden tanımlanmasına yönelik tespiti, sınav başarısının henüz ilk adım olduğunu yönelik vurgusu ve “Asıl süreç şimdi başlıyor. Akademik eğitimle kazandığınız bu avantajı kültür, sanat, spor ve bilimin tüm alanlarıyla geliştirmelisiniz” sözleri umarız MEB, YÖK ve ÖSYM’ye de referans olur! Özetin özeti: Filozofun da dediği gibi ne kadar bilirsek bilelim, öğreneceğimiz daha çok şey var!..

Özel’den zorbalık ve sosyal medya talimatı

Özel’den zorbalık ve sosyal medya talimatı

CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile Çatalca mitingi öncesinde buluştuk, konumuz akran zorbalığı ve sosyal medyanın gençler üzerinde etkisiydi. Özel, Avustralya’da dün yürürlüğe giren 16 yaş altı sosyal medya yasağını da takip etmiş, Türkiye’deki 15 yaş altı yasa hazırlığından da haberdar. Dünyadaki benzer tüm uygulama ve yasa hazırlıklarına dair ilgili birimlerden detaylı bir rapor istemiş: “Özay Bey, çocuğun elinden telefonu almak tek başına yeterli olmaz, çocukların şahsi hesaplarının olmaması onları sosyal medyada izleyici olmaktan kurtarmayacak. Dünya Sağlık Örgütü’nün çalışmalarında 6 ila 9 yaş arasında çocukların ilk kez ‘ahlak’ duygusunu geliştirmeye başladığına dikkat çekiliyor. Bu süreci internet ortamına bırakamayız. Sosyal medya yasağı belirli faydalar sağlayabilir ama ekran süresi meselesini de düşünmemiz lazım. Uzmanlar, ekran başında geçirilen her bir dakika, çocukların anne-babalarından altı kelime daha az duymasına neden olduğuna dikkat çekiyor. Sonuç olarak gerçek bir çözüm için sadece yasal düzenleme değil aynı anda birden çok önlem almamız gerekir. Bizim için eğitim ve öğretim en öncelikli konulardan biri. Okullarımızı sadece öğretim değil eğitim konusunda da ayağa kaldırmamız gerekiyor. Sosyal medya kullanımı ve harcanan ekran süresi de aslında eğitimin bir parçası olmalı.” Konuşma sırasında konu çocukların şiddetle tanışma ve ekran etkisine de geliyor. CHP Genel Başkanı, bu noktada konuyu ikiye ayırıyor: “Okullardaki akran zorbalığı haberlerini takip ediyorum. Bu meseleyi, organize suç örgütlerinin ağına düşürdüğü gençlerle karıştırmamak lazım. Akran zorbalığında en büyük sıkıntı zorbalığın sistematik olarak devam etmesi. Bu durum zorbalığa uğrayan çocukların okullardan uzaklaşmasına neden oluyor daha kötüsü zorbalığa uğrayan fırsatını bulduğunda zorbalık da yapabiliyor. Milliyet’in bu konudaki hassasiyetini biliyorum. Şunu unutmamamız lazım, çocuklar şiddeti sadece sosyal medyada görmüyorlar. Çocuklarımız aile içerisinde ve sokakta da şiddet örnekleri görüyorlar. Şiddet deyince aklımıza sadece dayak gelmemeli, bunun psikolojik şiddet, ekonomik şiddet gibi ayakları da var. Bu konuda faturayı sadece sosyal medya ya da internete kesmek doğru olmadığı gibi istediğimiz sonuca da ulaşamayız. Eğitim ve öğretim sistemimizi ele alırken okulların sadece lise ya da üniversite sınavlarına hazırlık yeri olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerek. Değerler eğitiminde aile ve okul belirleyicidir, biri diğerinin yerini tutmaz. Organize suç örgütlerinin çocukları ağına düşürmesi konusuna gelince… Organize suçla topyekûn mücadele etmeden çocuklarımızı yasadışı yapılanmalardan koruyamayız. Suç işleyen çocukları, Islah Evleri’ne yollamak kolay asıl önemli olan onları hatalarını fark etmiş, toplumla kucaklaşmaya hazır çocuklar olarak tahliye etmek. Çocuk Islah Evleri’ndeki çocuklar içeriye amatör suçlu olarak girip profesyonel suçlu olarak çıkıyorlarsa başarısız olduk demektir. Bu sorunu, ekonomik tablodan ayırabiliriz ne de şehir sosyolojisini konuşmadan çözebiliriz. Hepsinin özeti olarak şunu söyleyeyim, çocuklarımız ve gençlerimiz bu ülkenin geleceği. Onları yarınlara en iyi şekilde hazırlamazsak biz görevimizi eksik yapmış oluruz. Çocuklar ve gençlerin yaşadığı sorunlar, CHP iktidarı için en ciddi hazırlık yaptığımız konuların başında geliyor.” Konuşma bitti, randevuyu bu başlıklar için almıştım, çocuklara ve gençlere saygımın gereği olarak başka soru sormadan ayrıldım Özel’in yanından...

Atina’da akıllı sesler…

Atina’da akıllı sesler…

Türkiye’den ne yazarsak yazalım, Yunanistan’da ters bir etki yaratıyor. Savunma Bakanı Dendias’ın siyasi kariyeri adına Ankara-Atina gerginliği yarattığını yazıyor, aynı yazımda Yunanistan’daki meslektaşlarımın da özel görüşmelerde aynı şeyi söylediğini vurguluyorum… Sonuç, “Türkiye’den eleştiri geliyorsa, Dendias doğrusunu yapmıştır” kolaycılığından öteye gitmiyor. Neyse ki Yunanistan’da yükselen akıllı seslerin sayısı çoğalıyor. Bunun son örneği Yunanistan Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye’ye yönelik önleyici saldırı fikrini eleştiren Başbakan ve Savunma Bakanı danışmanlığını yapmış olan Dimitrios Konstantakopoulos’un sözleri oldu. Eski danışmanın askeri olarak Türkiye’nin saldırı gücünü felç etmenin imkânsızlığı üzerine sözler gururu okşadığı için paylaşıldı ama asıl önemli nokta gözden kaçtı. Konstantakopoulos’un sözünü aynen alıyorum: “İsrail’in bir müzakere sürecinde, baskı kurarken, Türkiye ile Orta Doğu üzerine pazarlık yaparken, Yunanistan-Türkiye rekabetini kullanmak ve gerekirse gerilimi tırmandırmak şeklinde bir çıkarı var. Bizim ise böyle bir çıkarımız yok.” Eski danışman ardından geçmişte Meis’in işgal edileceği şeklinde ortaya atılan iddiasının İsrail tarafından yayıldığına da dikkat çekti. Sürecin canlı şahidiyim, o dönem kaçak FETÖ akademisyenleri de Yunan medyasına “Efes Tatbikatı’nın yapıldığı yer, bu işgal hazırlığının göstergesi” beyanatları veriyorlardı. Bugün o noktadan görece uzaktayız, Yunanistan medyası artık FETÖ üyesi akademisyenlerin sözlerine itibar etmiyor ama iş işten geçti. CIA, FETÖ’nün Kozmik Oda’dan yargı hırsızlığıyla çaldığı Türkiye’nin askeri planlarını Yunanistan medyasına verdi, insanları korkuttu sonra da tüm askeri üslere süresiz çöktü. Şimdi de İsrail, kendi sıkışmışlığına çare bulmak adına Yunanistan halkının kanı üzerinden kumar oynamaya çalışıyor. Savunma ve Dışişleri bakanlıkları yapmış Avramopoulos, “Türkiye’yi yalnızca bir tehdit olarak görme saplantımız, yalnızca ülkenin uluslararası konumunu değil, aynı zamanda Yunan vatandaşlarının psikolojisini de olumsuz etkiledi” demişti. Şimdi de eski Başbakan Danışmanı Dimitrios Konstantakopoulos, İsrail’in oyuncağı olmamak gerektiğini söylüyor. Başbakan Miçotakis, 2025’de Ankara’da yapılamayan üst düzey toplantının 2026’nın ilk çeyreğinde yapılması gerektiğini söyledi, taşlar yeniden yerine oturacak gibi. O zamana kadar Dendias’ı, Türkiye’ye önleyici saldırı hayâlleri kuran Genelkurmay Başkanı’nı yok saymak en iyisi olacak. Rapor yazımı, gerçeğe dönüş zamanı… MHP, Terörsüz Türkiye yolunda Meclis’te yapılan çalışmalara dair raporunu dün Komisyon’a sundu. MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın raporun sunumundan sonra yaptığı açıklama önemli. Yıldız, raporda yer alan hukuki tavsiyelerin şartlara bağlı olduğunu söyledi. Yani örgütün tamamen dağıtılması, silahların teslim edilmesi ve bu hususun da güvenlik güçleri tarafından tespit ve ilan edilmesinden sonra hukuki düzenlemeler gündeme gelebilir. Bu uyarı önemli, zira son haftalarda Kandil ve YPG’nin, Kandil’e karşı iradesi kuvvetli olmadığı için DEM’in de süreci başladığı noktadan, Öcalan’ın ilk açıklamasının dışına çekmeye ya da bozmaya çalışan adımlarını gördük. Bu olmayınca İsrail ve Fransa’nın kendilerini açık etme pahasına aparatlarını sahaya sürdükleri dönem geldi. Ankara ne tuzağa düştü ne de irade zafiyeti gösterdi; provokasyona gelmedi, süreç bozulur tehditlerine kulak asmadı. Şimdi DEM, Kandil’in ve YPG’nin karar verme sürecine geldik. Ya bu iş ilk başladığı noktaya dönecek ya da açılım sürecinden sonra olduğu gibi terörle mücadele tüm gücüyle devam edecek, bunun bir başka seçeneği yok. Bunu en iyi bilenler İmralı ve DEM Partililer. PKK üzerinde İsrail mi daha güçlü yoksa Öcalan mı, birlikte yaşayıp göreceğiz... İçimizdeki Kadir Yanık… Absürd durumlar karşısında “O zaman dans” konuşma baloncuğuyla çizilen karikatürler dönemi bitti. O dans, Eşref Rüya’daki Kadir karakterinin dansıyla ete kemiğe büründü ve sosyal medyada çığ gibi yayıldı. Dansı değil ama nedenlerini konuşmak lazım: “Kadir Baba” dans eden bir ağır abi karakteri değil zira Eşref Rüya’da tek ağır abi Eşref Tek karakteri. Daha önce yazmıştım, senaristler Kadir Baba karakterini gerçek hayata en yakın kötü adam karakterleri olarak kurgulamışlar. Kadir Baba, tıpkı bizim gibi “düşmanımın düşmanı dostumdur” felsefesiyle hareket ediyor. Güç ile ilişkisi saygı kazanmaya kurgulu ama aslında korkulmak yerine sevilmek istiyor. İhanet edişlerine kızdığımız ama aslında sık sık ihanete de uğrayan ama inanmaktan vazgeçmeyen çocuksu bir yanı da var Kadir Baba’nın. Hâl böyle olunca da Kadir Baba karakteri, biraz içimizdeki bencile, biraz kızsak da vazgeçmediğimiz insanlara benziyor ve onun ruh hali bize çok tanıdık geliyor. Ezel dizisinde Yiğit Özşener, Cengiz Atay karakterini müthiş oynamıştı, uzun yıllar sonra Görkem Sevindik de kötü bir karakteri evimizin en konuşulan adamı haline getirdi. “Bir dans sahnesi niye Türkiye’yi sardı?” sorusunun cevabı işte burada saklı. Kötü adam karakterini yüzde 100 kötü, kendi çocuğuna bile kötü davranan adam olarak yazmaktan vazgeçtiğimiz, hayatın olağan akışına uygun hale getirdiğimiz zamanlarda alınan sonuç bu oluyor işte...

Bölgede sıcak günler ve kritik temaslar

Bölgede sıcak günler ve kritik temaslar

Ukrayna-Rusya barışı için görüşme üstüne görüşme yapılıyor. Suriye’de yeni dönemin 1. yılı kutlandı. Yeni dönem için tüm ülkelerle temas var. PKK’nın uzantılarının Suriye’de de silah bırakması gerekiyor. Bununla da ilgili mesaj üstüne mesaj veriliyor. İsrail bölgede farklı hesaplar ve planlar içinde. Buna yönelik de sürekli mesajlar veriliyor. Yunanistan’ın derdi Türkiye. Bölgedeki büyük fotoğrafı göremiyor. İsrail ile Türkiye’ye yönelik ortaklık kurmaya çalışıyor. Rusya’nın Ukrayna’daki kırmızı çizgileri belli. Geri adım atmadan yoluna devam ediyor. Ukrayna seçime gidebilir. Avrupa, Rusya ile barış olmaması için ayak diretiyor. Türkiye hep masada ve her ülke ile bölge barışı için görüşmelerini artırarak sürdürüyor. Herkesin kabul ettiği Türkiyesiz bölgede bir sonuç almak mümkün değil. Suriye’de yeni yönetim konusunda da bunu fazlasıyla net bir şekilde gördüler. Gelecek hafta yani 15-19 Aralık’ta Ankara’da büyükelçiler toplantısı yapılacak. Dünyanın her yerindeki Türkiye’nin büyükelçileri Türkiye’ye gelecek. Büyükelçilere Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından bölgedeki ve dünyadaki son gelişmeler ile yol haritaları anlatılacak. Yeni atanan Şam Büyükelçisi Nuh Yılmaz bu toplantıların ardından Suriye’ye gidecek. Böylece 13 yıl sonra Şam’a büyükelçi atanmış olacak. Bu da Suriye ile ilişkilerde yeni bir dönemi başlatacak. Önümüzdeki günlerde de Suriye’nin Gaziantep Başkonsolosluğu’nun da açılması gündeme alınmış. Bu da açılınca bölge ticareti açısından hareketli günler getirecek. Suriye ve Irak’taki son gelişmeler de bölgede daha birçok kritik temasa neden olacak. Yani sıcak günler ve kritik mesajlar arka arkaya gelecek gibi... Muhalefetteki muhalefet Siyasette en karışık durumdur aslında bu. ‘İktidar nasıl olabiliriz?’ tartışması yapması gereken muhalefetin içinde her zaman muhalefet olması. Bir de bu ana muhalefetin içinde oluyorsa iş daha da karışıyor. Sürekli parti içi kavga ve tartışmalar. Ve partiden ayrılan ya da gönderilenlerin söyledikleri. Bu muhalefete oy verenler içinde çok olumsuz gelişmelerdir. Sanırım Türkiye’deki muhalefetin en büyük sorunu da bu gibi. Yani muhalefet içindeki muhalefetin bitmemesi. Tartışmalar büyür ve içerdeki bilgileri paylaşınca da hemen atılması için disipline gönderilir. Bu tartışmalar demokrasiye, çok partili hayata nasıl faydalı olur bilemedim. Ama sanırım siyaset okutulan üniversitelerde birçok tartışmalara da neden olacaktır bu son dönemdeki gelişmeler. Yeni yıldan beklentiler ■ Terörsüz Türkiye sürecinin sabote edilmemesi ve başarıya ulaşması ■ İyi insanların artması ve kötü insanların azalması ■ Dolandırıcıların azalması ve buna yönelik tedbirlerin azalması ■ Emeklilere yönelik iyileştirmelerin yapılması ■ Trafikte makas atanların ve hız yapanların azalması ■ Bölgedeki savaşların bitmesi ■ Avrupa’nın çifte standartlı yaklaşımı bırakması ■ Gazze’de insanca yaşamak için yardımların artması Uzaklaştığım yerler ■ Bencil ve narsist insanların olduğu yerlerden ve sadece kendi söylediklerini doğru kabul edenlerden ■ Makam ve koltuk aldığı zaman değişenlerden ■ Vefa duygusunu sadece semt adı olarak hatırlayanlardan ■ Aynaya bakmadan sürekli suçu başkalarında arayanlardan ve kırdığı dalı görmek istemeyenlerden ■ Güce göre hareket eden insanlardan ve senden sürekli faydalanmaya çalışanlardan.