Amiral gemisinde şalter iniyor

Amiral gemisinde şalter iniyor

Volkswagen, bugün 88 yıllık tarihinde ilk kez Almanya’daki bir fabrikasını kapatacak. Çinli üreticilerle rekabet, Avrupa pazarındaki düşen talep ve elektrikli araçların beklenenden daha yavaş benimsenmesi sorunlarıyla mücadele için önlemler alan Volkswagen, 2024’te Almanya’da 35 bin kişiyi işten çıkarmak ve kapasite azaltmak için iş konseyi ve sendikayla anlaşmaya varmıştı. Anlaşma kapsamında, Dresden’de Volkswagen’in araç üretimi bu yılın sonuna kadar durdurulacaktı. Bu kapsamda, Volkswagen, bugün, Dresden tesisindeki araç üretimini durduracak. Volkswagen’in Dresden fabrikası, 2002’de üretime başladığından beri 200 binden az araç üretti. Firma, Dresden fabrikasını, o dönemde şirketin yeteneklerini sergileyen bir "amiral gemisi" olarak konumlandırmıştı. İlk olarak Phaeton, ardından ID.3 burada üretildi. Ancak, her iki model de Volkswagen’in başarısına katkıda bulunamadı.

Erdoğan’a göre eskiden ‘‘Türk’’ demek suçtu

Erdoğan’a göre eskiden ‘‘Türk’’ demek suçtu

Haber Merkezi Dünya Türk Dili Ailesi Gün kapsamında düzenlenen toplantıda konuşan AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, bir kez daha CHP'yi hedef aldı, tek parti döneminde Türk var demenin suç sayıldığı bir dönemin var olduğunu iddia etti. CHP'nin Türk dünyasına hâlen yanlış pencereden bakmayı sürdürdüğünü ileri süren Erdoğan, "Türk dünyasının varlığından bahsetmek sadece sınırlarımızın ötesinde değil 1940'ların tek parti döneminde ülkemizde de yasaklanmıştı. Mesela 1944 yılında sırf Türkiye dışındaki soydaşlarımızla ilgilendikleri için birçok Aydın yazar, sanat erbabı Turancı denilerek tabutluklara konulmuş ve işkence görmüştür" ifadelerinin kullandı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’i de her zamanki gibi hedefe oturtan AKP Genel Başkanı, "Genel Başkan'ın geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında elinde binlerce soydaşımızın kanı olan bas dikkat diktasını sekülerlik üzerinden aklamaya çalışması, daha ileri giderek CHP ile Baas rejimi arasında özdeşlik kurması bu zihniyetin halen devam ettiğinin işaretidir” dedi. Türkiye’nin uzun süre Türk dünyasına sırtını döndüğünü iddia eden Erdoğan, dönüm noktası olarak Turgut Özal’ı işaret etti.

Hakan Fidan: Suriye’de işimiz yeni başlıyor

Hakan Fidan: Suriye’de işimiz yeni başlıyor

Haber Merkezi ABD öncülüğünde Suriye’nin dizayn girişimleri devam ederken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu ülkedeki varlıklarının süreceğini açıkladı. Büyükelçiler Konferansı’nda konuşan Fidan, Suriye’deki gelişmelere geniş yer ayırarak, "Rejimin devrilmesiyle Suriye halkı için yeni bir umut sayfası açıldı. Dış müdahalelerden arınmış, istikrarlı bir Suriye, bölgemiz için büyük bir artı değer olacaktır" dedi. Türkiye’nin dış politikasının bölgesel ve küresel vizyonunu anlatan Fidan, Suriye’deki yeni döneme ve Türkiye’nin rolüne vurgu yaptı, “tarihin en zorlu sınavlarından birini verdiklerini” belirtti. Beşar Esad’ın devrilmesinin yıldönümünde Suriye konusunda Türkiye’nin “tarihin doğru tarafında durduğunu” iddia eden Fidan, 8 Aralık 2024 tarihinin Suriye halkı için yeni bir umut sayfası olduğunu söyledi. Fidan, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ancak Suriye’de işimiz aslında yeni başlıyor. Biz inanıyoruz ki dış müdahalelerden arınmış, istikrarlı bir Suriye, bölgemiz için büyük bir artı değer olacaktır. Türkiye, bu süreçte dost ve kardeş Suriye halkının yanında olmaya kararlılıkla devam edecektir." İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına ve bölgedeki insani krize de değinen Fidan, Türkiye’nin ateşkesin sağlanmasında "başat rol" oynadığını söyledi.

Yoksulluğu gizleme bütçesi

Yoksulluğu gizleme bütçesi

Ekonomik kriz, on milyonlarca yurttaşı sosyal yardıma muhtaç hale getirdi. Siyasi iktidar, sosyal yardıma muhtaçlığa yönelik çarpıcı tabloyu, sosyal yardımlar ile dengelemeye çalıştı. 2025 yılının ocak-ekim döneminde Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nca, “Yoksullukla Mücadele” adı altında yapılan harcama, 2024 yılının tamamında yapılan harcamayı geride bıraktı. 2025'in Ocak-Ekim döneminde yoksullukla mücadele kapsamında yapılan kamu harcaması, 175 milyar TL’ye dayandı. Bakanlığın yoksullukla mücadele kapsamında 2025’in Ocak-Ekim dönemini kapsayan 10 ayda yaptığı toplam harcama 173 milyar 333 milyon 850 bin TL oldu. Ocak-Ekim 2025 döneminde yapılan yoksullukla mücadele harcamasının 106 milyar 95 milyon 289 bin TL’si, sosyal güvencesi olmayan yurttaşların GSS primlerinin ödemesinden oluştu. Aile Bakanlığı’nın yoksullukla mücadele için harcadığı parada yıllar itibarıyla yaşanan değişim de dikkati çekti. 2021 yılında 50 milyar 781 milyon 566 bin TL olan AKP’nin, “Yoksullukla Mücadele” harcaması, 2022-2025 döneminde yıllara göre şöyle sıralandı: • 2022 : 55 milyar 171 milyon 122 bin TL • 2023 : 97 milyar 181 milyon 711 bin TL • 2024 : 166 milyar 378 milyon 738 bin TL • 2025 (Ocak-Ekim): 173 milyar 333 milyon 626 bin TL Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 14 Aralık 2025 tarihli TBMM Genel Kurul toplantısında kabul edilen 2026 yılı bütçesinin detayları da yoksulluk bütçesinin büyüklüğünü gösterdi. Bakanlığın, 531 milyar 905 milyon 396 bin TL’lik 2026 yılı toplam bütçesinin yüzde 54’ü, “Yoksullukla mücadele ve sosyal yardımlaşma” için ayrılan tutardan oluştu. Bakanlığa 2026 yılı için 284 milyar 470 milyon 466 bin TL’lik yoksullukla mücadele ve sosyal yardımlaşma bütçesi verildi.

Durbay’a hüzünlü veda

Durbay’a hüzünlü veda

Haber Merkezi Tedavi gördüğü hastanede uzun süre yaşam mücadelesi veren, önceki gün hayatını kaybetmesinin ardından milyonları yasa boğan Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay binlerce kişinin katılımıyla dün son yolculuğuna uğurlandı. Aynı zamanda Manisa'nın ilk kadın Belediye Başkanı olan ve 37 yaşında hayatını kaybeden Durbay için belediye önünde tören düzenlendi. Törene binlerce Manisalının yanı sıra CHP Genel Başkanı Özgür Özel, CHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Yavuzyılmaz, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, AKP Genel Sekreteri ve İzmir Milletvekili Eyyüp Kadir İnan, Manisa Valisi Vahdettin Özkan, CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik başta olmak üzere çok sayıda isim katıldı. Törende konuşan CHP lideri Özgür Özel, "Gülşah demiş ki, 'Çok acıklı bir hikaye yazdık biz’. En son ağzından çıkan bu. Bu hikaye yazma lafı bitmedi. Burada bitti. Böyle bitti yani. Hepimizin başı sağolsun ve bir yerde dursun artık" dedi. HEPİMİZİN GURURU Durbay'ın ailesini temsilen Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli konuştu. Denizli, "Yıllar geçtikçe hem mücadelemizde yükseldi hem de birçok alanda eğitimini tamamladı. Hangi durumda olursak olalım tüm parti ve hayat yolculuğumuzda bir önceliğimiz diğeri oluyordu. O tüm ailesinin gururu oldu" ifadelerini kullandı. Ardından söz alan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen, "Sen yoğun bakımdayken bile zahmet etmesinler dedin. Ne zaman yardıma ihtiyacım olduğunda yanımda oldun. Adildin sevdiğine kıyamazdın, sadece bana değil tüm arkadaşlarına da çok iyi bir arkadaştın. Bu hastalığı öğrendiğin günlerde hangi ahlaksızlarla uğraştığını da hiç unutmayacağım." dedi.

Gazeteci, gazetecilik, gazete!

Gazeteci, gazetecilik, gazete!

Gazeteci bir meslek erbabı. Gazetecilik, “ doğruyu söyleme mesleği ” olarak tanımlamayı sevdiğim bir meslek. Gazete; radyo, televizyon, internet çağında da farklı biçimler alan ve mesleğinin içinde icra edildiği kurum. Geçen hafta “ memleketin ahvali ve medya ” üzerine düşündüren iki etkinlik ve bir olay vardı. Olay; Habertürk ve M. A. Ersoy konusu. Icığını cıcığını duymuşsunuzdur. Beni ne ıcığı ilgilendiriyor ne cıcığı. Bu, birçok boyutuyla memleketin ahvali ile medyanın ahvalinin içiçeliği; birine bakınca diğerini görmek açısından önemli. Muhafazakârlığın/dindarlığın 23 yıllık AKP ’li iktidar hali, vaaz edilen hayatlarla yaşanan hayatlar arasındaki farkı iyice açtı! İktidarın, bir şeyleri herkesin iyiliğine değiştirmek için değil, kendi hayrına başkaları üzerinde kullanılmak için istendiğini gösterdi. Reşit kadın ve erkeklerin kendi rızalarıyla yaptıkları yalnızca kendilerini ilgilendirir. Bir kurumda güç sahibi olanın, bu gücü/iktidarı kurumun hedeflerine ulaşmak için değil de kendisi için başkaları/kadınlar üzerinde kullanması ise hepimizin reddetmesi gereken bir durum. Ankara ’da Gazeteciler Cemiyeti ’ndeki ilk etkinlikte, Zafer Arapkirli ’nin Özlem Akarsu Çelik ’in sorularıyla gözlerimizin önüne serdiği ahvalimiz, M. A. Ersoy olayından çıkıp kadın meslektaşlarımızın yaşadıkları ve onlara yaşatılanlar konusunda hepimize batırılmış bir çuvaldız oldu. Ne zaman kendi mesleki tarihimizden söz etsek, bugünümüzün dünümüzü arattığını, hep daha kötüye gittiğimizi anlatıyoruz. Gazetecilik tarihinin farklı dönemlerini karşılaştırıp, sürekli gelenin gideni arattığı yakınmamızı şimdilik bırakıp, kötünün üstesinden gelme yolunu gösteren etkinliğe değineyim. TKP ve Nâzım Hikmet Kültür Merkezi ’nin, üstüne asla yapışmayacak bir “ casusluk ” yaftasıyla tutuklanan arkadaşımızla dayanışma için düzenlediği imza gününde, Ş. Aydın , T. Soykan , B. Terkoğlu , B. Pehlivan ve eşi S. K. Yanardağ , Merdan Yanardağ ’ın kitaplarını imzaladılar. Yan yana, omuz omuza, el ele durarak, yeri geldiğinde imza imza büyüteceğimiz bir dayanışma… Gazetecilikte ve hayatın her alanında engelleri aşmanın ve kötülüğü yenmenin sırrı bu tek sözcükte gizli: DAYANIŞMA! Dönemleri birbiriyle kıyaslayıp gazetecilik bugün dünden daha kötü durumda diye yakınmak anlamlı değil. Her dönemin kendine özgü sahiplik yapıları, mecraları, teknolojisi, hızı var. Ve o özgünlüklerden gelen fırsatları, tehditleri… Şimdi yine başlığa döneyim: Gazeteci, gazetecilik, gazete. Bu üçü arasındaki mesafe açıldığı andan itibaren, bu üçünün bir ve aynı oluşunun sona erdiği günden beri gazetecilik kendi zamanlarına özgü sorunlarla boğuşuyor. Kovboy filmlerinin her şeyin kısacık tozlu bir yolun iki kenarına dizildiği küçük kasabalarını hatırlarsınız. Bir tarafta paranın ve her türlü iktidar ilişkisinin mekânı SALOON, biraz ileride o ilişkilerin ve düzenin bekçisi SHERIFF, karşıda da kızıyla birlikte her ikisini de sorgulayan gazeteyi çıkaran gazeteci. Gazetenin sahibi de yazan da basan da o. Gazeteciliğin iktidarın araçsallaştıramadığı, doğruyu söyleyen ve 4. kuvvet hali bu! Tabii artık o kovboy kasabasında değiliz. SALOON artık küresel ve içinde ulusötesi dev şirketler var. Teknoloji multi-milyarderleri yeni medya patronları. Gazeteci de gazetecilik de içinde çalışılan kurum olarak medya da bambaşka. Bütün bu bambaşkalıklar içinde gazeteci-gazetecilik-gazete üçlüsünün (meslek, meslek erbabı ve kurum) birliğini sağlayamadıkça, SALOON’dakilerin hizmetinde olmamak zor. Bunun yolunu bulanlar; misal televizyonu, televizyonculuğu ve kendisi özdeşleşerek “ bir ” olmuş M. Yanardağ veya bir başka yoldan bunları birleştiren F. Altaylı , E. Aysever SHERIFF’in gazabına uğruyorlar. Kısacası; gazeteci-gazetecilik-gazete üzerinde, doğruyu söyleme kaygısı dışında bir gölgenin olmadığı bağımsız kanallarınız yoksa daha kötüsü hep olacak!

10 maddede asgari ücret

10 maddede asgari ücret

Göstermelik pazarlıklarla asgari ücret belirlenemez. Emekçinin alım gücü erirken Türk-İş’in masadan kalkması mücadeleyle tamamlanmadıkça eksik kalır. Açlık sınırının altına itilen milyonlar, enflasyon kayıpları ve asgari ücretin ortalama ücrete dönüşmesi, zammın teknik değil sınıfsal bir mesele olduğunu gösteriyor.

Solcular tartışır, sağcılar hapse atar

Solcular tartışır, sağcılar hapse atar

Enver Aysever’in tutuklanmasına gerekçe yapılan sözleri biliyoruz: Sağcılığın vicdanla kurduğu ilişkiye dair sert, bilinçli ve kışkırtıcı bir ideolojik eleştiri. Ne bir çağrı var ne örgütlenme ne de fiile dönüşmüş bir tehdit. Buna rağmen devreye sokulan yasa maddesi Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi oldu. O maddeyi olduğu gibi alıntılayalım; çünkü bu ülkede tartışma ancak metinle yüzleşildiğinde mümkün. TCK 216/1: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şimdi bu maddeye soğukkanlı, hukuki ve akli biçimde bakalım. Yani bu ülkede yargı mekanizmasının çok uzun zamandır yapmadığı gibi. Bir: Maddede sayılan “korunan kategoriler” sınırlı. Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge. “Sağcılar” bu listede yok. Sağcılık bir etnik köken değil. Bir inanç değil. Bir mezhep değil. Bir coğrafi aidiyet değil. Bir ideolojik tercih. İdeolojiler hukuken eleştirilebilir, aşağılanabilir, sert biçimde hedef alınabilir. Ceza hukuku ideolojileri korumaz; insanları korur. Daha ilk cümlede suçun maddi unsuru çökmüş durumda. İki: Madde yalnızca bir söz söylenmesini yeterli görmüyor. Açıkça bir şart daha koyuyor: “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması.” Bu, ceza hukukunun en yüksek eşiklerinden biri. Somut, ölçülebilir, yakın bir risk aranıyor. Enver Aysever’in sözleri sonrasında nerede bir saldırı yaşanmış? Nerede bir linç olmuş? Hangi kamu düzeni bozulmuş? Bunların cevabı yok. Ortada bir tehlike yok. Yalnızca rahatsız olanlar var. Rahatsızlık ise ceza hukukunun konusu değil. Hukuk, insanların incinme eşiğini değil, toplumsal barışı korur. Üç: Madde “halkın bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine” tahrikten söz ediyor. Aysever’in sözlerinde böyle bir yönlendirme var mı? Kime deniyor “şuna karşı harekete geçin” diye? Kim hedef gösterilmiş? Yapılan şey, bir ideolojiye yönelik ahlaki ve politik bir yargının açıkça dile getirilmesi. Bu, düşünce özgürlüğünün çekirdeği. Aksi kabul edilirse, ideoloji eleştirisinin tamamı suç kapsamına girer. O noktada artık hukuktan değil, kutsal ideolojiler rejiminden söz ederiz. ZAYIF NOKTASI Düşünce iktidarları rahatsız eder çünkü kontrol edilemez. Bedeni hapsedebilirsiniz, sesi kısabilirsiniz, kürsüyü susturabilirsiniz; ama düşüncenin kendisi elinizden kaçar. Bu yüzden otoriter refleksler her zaman düşünceyi eylem gibi göstermeye çalışır. Sözü fiil, eleştiriyi tehdit, fikri suç olarak kodlar. Çünkü düşünce itaat üretmez; sorgulama üretir. Sorgulama ise her hiyerarşinin en zayıf olduğu yer. Dünya tarihi bu refleksin örnekleriyle dolu. Kilisenin otoritesini sorgulayan Galileo, evrenle ilgili söyledikleri yüzünden yargılandı. Giordano Bruno, Tanrı ve insan aklı üzerine düşündükleri için yakıldı. Aydınlanma düşünürleri “ahlakı bozmak” ve “toplumsal düzeni tehdit etmek” suçlamalarıyla kovuşturuldu. 20. yüzyılda faşizmi eleştirenler susturuldu, kapitalizmi eleştirenler devlet düşmanı ilan edildi. McCarthy döneminde Amerika’da sol düşünceye sahip olmak fiili bir suçmuş gibi soruşturuldu; insanlar yalnızca fikirleri nedeniyle mesleklerinden edildi, hapsedildi, sürgüne zorlandı. Avrupa’da Nazizm, ideoloji eleştirisini “halkı kışkırtma” olarak tanımlayıp milyonları susturdu. Her örnekte ortak nokta aynı: Düşünce eylem yerine kondu ve cezalandırıldı. Bugün bu tabloyu yalnızca dünya tarihine bakarak okumak da yetmiyor. Şu anda bu ülkede çok sayıda insan, herhangi bir fiil işlemediği hâlde, yalnızca düşündüğü, yazdığı, konuştuğu için cezaevinde. Cezaevleri dolu. Suçsuz mahkumlar ülkesiyiz. Öyle bir noktaya gelindi ki şimdi af konuşuluyor. Katili, hırsızı, gaspçıyı dışarı çıkarma hazırlığı yapılıyor. Gerekçe basit: Cezaevlerinde yer kalmadı. Yer açmak gerekiyor. Ve bu yerin, düşünenlere ayrılması isteniyor. Hukuk, fiil işleyeni salıp düşünce üreteni içeride tutan tuhaf bir düzene evrilmiş durumda. Bu, çok uzun zamandır böyle! Af burada bir merhamet meselesi değil; bir yer açma operasyonu. Şiddete, suça, fiile pek güzel bir hoşgörü tasarlanıyor. Söze, fikre, eleştiriye ise düşmanlık ve düşmanlaştırma var. Cezaevleri katillerden boşaltılıp düşünenlerle doldurulmak isteniyorsa, ortada artık adalet değil, açık bir tercih var. Ve bu tercih, düzenin en çok neden korktuğunun tekrar altını çiziyor: Suçtan değil, düşünceden. İLK REFLEKS Çünkü sağ ideolojiler tartışmayı sevmez. Tartışma eşitlik varsayar. Oysa sağ, hiyerarşiyle ayakta durur. Biri konuşur, diğeri dinler; biri buyurur, diğeri uyar. Bu yüzden sağ için tartışma bir risk, itaat ise güvenli alan. İkna edemediği yerde yasayı, yasayla susturamadığı yerde cezayı devreye sokar. Hapis, bu nedenle son çare değil; ilk refleks. Aysever’in sözlerine TCK 216’ya göre bakıldığında tablo net: Korunan bir grup yok. Açık ve yakın bir tehlike yok. Tahrik yok. Yani; suç yok! Buna rağmen tutuklama var. İşte “komedi karar” dediğimiz yer tam burası. Ceza hukuku, düşünceleri tartışmayı beceremeyenlerin elinde oyuncak hâline getirilmiş durumda. Oysa hukuk, düşüncenin değil; şiddetin, zorun ve fiilin karşısında durmak için var. Düşünceyi cezalandırmaya başladığınız anda, hukuku korumazsınız; onu inkâr edersiniz. Ben, kimse kusura bakmasın, Enver’in söylediklerinin tümünü sevdim. Sevmemiş olsaydım da bu hukuksuzluğun karşısında dururdum, yine bu yazıyı yazardım. Çünkü mesele beğeni değil, ilke meselesi. Bu sözlerin ceza hukukuyla bastırılmasına itiraz etmek, akla ve özgürlüğe sahip çıkmak demek. Solcular bu yüzden tartışır. Çünkü tartışma eşitlik ister. Sağcılar ise hapse atar. Çünkü hapis, ikna edemeyenin son argümanı. Tarih hep aynı şeyi yazdı: Düşünceyi suç sayanlar kendilerini kurtardıklarını sandılar; oysa yalnızca kendi sonlarını hızlandırdılar.

11 yıl oldu, sanık polis hâlâ firari

11 yıl oldu, sanık polis hâlâ firari

Haber Merkezi Şırnak’ın Cizre ilçesinde 14 Ocak 2015'te 12 yaşındaki Nihat Kazanhan'ı katleden ve 2 yıl 7 aydır kırmızı bültenle aranan özel harekat polisi Mehmet Nurbaki Göçmez'in yeniden yargılandığı davanın 14'üncü duruşması görüldü. Cizre 1'inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya Kazanhan ailesi ve aile avukatları katıldı. Önceki duruşmalarda sanık Mehmet Nuri Göçmez'in telefonunu kullandığı HTS kayıtlarından tespit edilen, dinlenmesi kararı alınan ve zorla duruşmaya getirilme kararı verilen Serkan Kızıldemir isimli tanık duruşmaya katılmadı. Heyet değişikliğinin yaşandığı dosyada, hakkında kırmızı bültenle yakalama kararı çıkartılan sanık Mehmet Nuri Göçmez'in yakalanamadığı belirtildi. Mahkemenin sanık hakkında yakalama kararı bulunduğu sırada telefonunu kullandığı Serkan Kızıldemir'in duruşmaya zorla getirilmesini istediği emniyet müdürlüğü, mahkemeye yanıt vermedi. Duruşmada, söz verilen Kazanhan'ın babası Mehmet Emin Kazanhan, önceki beyanlarını tekrarlayarak, sanığın yakalanmasını talep etti. Ailenin avukatı Osman Cingöz'de önceki beyanları tekrarlayarak, sanığın tutuklanması ve cezalandırılmasını talep etti. Dosya savcısı ise eksik hususlarının giderilmesi ve kırmızı bülten kararının infazını beklemesini talep etti. Mahkeme heyeti, kırmızı bülten kararının infazının beklemesine karar vererek, duruşmayı 13 Mart 2026'ya erteledi.

Kayyum elden para dağıttı!

Kayyum elden para dağıttı!

Haber Merkezi DEM Parti Batman Milletvekili Zeynep Oduncu, kayyım yönetimindeki Batman Belediyesinde personele elden para dağıtıldığını iddia etti, görüntüleri paylaştı. Batman Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdür Vekili Murat Sütçü’nün belediye üniforması giyen personele elden para dağıttığını belirten Oduncu şunları söyledi: “Bu kez, görüntülerle soruyoruz. Bu paralar kimin parasıdır? Belediyenin hangi bütçesinden, hangi kalemden çıkmıştır? Bu dağıtımın hukuki dayanağı nedir? Neden elden ve kayıt dışı şekilde dağıtılmaktadır? Bu paralar personele hangi gerekçeyle verilmiştir: ödül mü, teşvik mi, rüşvet mi? Aynı para tüm personele mi, yoksa belirli kişilere mi dağıtılmıştır? Bu dağıtım sırasında muhasebe kaydı, resmi evrak, imza föyü var mıdır? Sayıştay, İçişleri Bakanlığı ya da ilgili denetim birimleri bu durumdan haberdar mıdır?” Oduncu sözlerinin devamında “Belediye bütçesi, kayyımın arka bahçesi değildir. Bu görüntüler, kayyım rejiminin Batman’da yarattığı çürümüşlüğün fotoğrafıdır. Bu usulsüzlüklerin hesabı sorulana kadar bu işin peşini bırakmayacağız” dedi.

Gezegen için ekolojik bütçe

Gezegen için ekolojik bütçe

Haber Merkezi Toprağımızı Vermiyoruz Platformu üyeleri, bugün Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bütçesine ilişkin, TBMM Dikmen Kapısı önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "İklim krizinin aciliyetine yabancı, doğayı yok sayan, kentleri ve kırsalı sermayenin çıkarlarına teslim eden 2026 bütçesini kabul etmiyor, yaşamı, halkı ve doğayı merkezine alan bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlatıyoruz. Rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz" denildi. Açıklama sırasında "Sermayeye değil halka bütçe", "Betona değil yaşama bütçe", "Ormanlar, nehirler sermaye değiller", "İklimi değil sistemi değiştir", "Toprağımı, ormanımı, suyumu madene vermem", "Havama suyuma toprağıma dokunma" sloganları atıldı. Açıklamayı okuyan Eskişehir Doğa ve Yaşamı Koruma Platformu'ndan Cevat Aydemir, şunları kaydetti: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yarın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi görüşülecek. Sunulan bütçe; iklim krizinin geri dönüşü olmayan eşiklere hızla yaklaştığı, enerji ve maden politikalarıyla doğanın talan edildiği, kentlerin rant odaklı uygulamalarla yaşanmaz hale getirildiği ve toplumun afetlere karşı daha kırılgan bırakıldığı bir dönemde, halkı ve doğayı gözetmeyen, sermaye politikalarının devamını esas alan bir bütçe olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler, doğayı, emeği, kentleri ve yaşamı koruyan; rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz."