Mahkemeden bilirkişi hakkında suç duyurusu

Mahkemeden bilirkişi hakkında suç duyurusu

Maraş’ta 6 Şubat depremlerinde yıkılan ve 35 kişinin öldüğü Ezgi Apartmanı’yla ilgili 1’i firari, 2’si tutuklu 11 sanığın yargılandığı davanın 9’uncu duruşması dün görüldü. Kahramanmaraş 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya, ‘olası kastla kasten öldürme ve yaralama’ suçundan 876’şar yıl 6’şar aya kadar hapisle yargılanan tutuklu pastane işletmecileri Sami Kervancıoğlu ve Mustafa Pekel ve binada ölenlerin yakınları katıldı. Duruşmada Kervancıoğlu ile Pekel suçlamaları reddederek tahliyelerini istedi. Duruşma sonunda mahkeme heyeti, Pekel ile Kervancıoğlu’nun tutukluluk halinin devamına, yetersiz gerekçeyle çekilme talebinde bulunarak davanın uzamasına neden oldukları için bilirkişi heyeti hakkında suç duyurusunda bulunulup dosyanın bilirkişi bölge kuruluna gönderilmesine ve binanın yıkılmasıyla ilgili yeni bir rapor alınması için dosyanın bilirkişiye gönderilmesine karar verdi. Sıradaki duruşma 24 Nisan 2026’ya erteledi.

Koruma altındaki hayvanlar katlediliyor

Koruma altındaki hayvanlar katlediliyor

Haber Merkezi Malatya’nın Arguvan ilçesine bağlı Kuşu Köyü kırsalında, koruma altında bulunan bir dağ keçisinin ölü bulunmasının ardından yaban hayatına yönelik tehditler bir kez daha gözler önüne serdi. Dağ keçisinin ölümüne ilişkin inceleme başlatılırken, yaşam savunucuları hayvanların korunmamasına tepki gösterdi. Malatya Çevre Platformu, yaban hayvanlarının yaşam alanlarının her geçen gün yok edildiğini vurguladı. Yapılan açıklamada “Yaşanan her yok oluş sadece bir canın eksilmesi değil, insanlığın ortak vicdanına vurulan bir darbedir” denildi ve sürecin şeffaf yürütülmesi istedi. Platform, dağ keçisinin ölümüne ilişkin etkin bir soruşturma yürütülmesini de talep etti. Ayrıca avcılık faaliyetlerinin ve yaban hayatına yönelik tehditlerin yeniden değerlendirilmesi çağrısında bulunuldu.

İmamoğlu ve komünizm

İmamoğlu ve komünizm

Başlıktaki İBB Başkanı ve CHP ’nin Cumhurbaşkanı adayı İmamoğlu değil, babası. Ancak, önce 19 Mart’tan beri cezaevinde olan ve bu hafta iki duruşmaya çıkan İmamoğlu hakkında Berkant’ı (Gültekin) tekrar edeceğim: TRT bu duruşmaları yayınlayamaz! Hukukun bir savaş aracı olarak kullanılması (lawfare) hakkında yazdıklarımı ve kavramın en çarpıcı biçimiyle ete kemiğe büründüğü yerin Brezilya olduğunu anımsarsınız. İmamoğlu ’nun bu duruşmalardaki tavrı orada yaşananları anımsatıyor: Teknik hukuk sınırları dışına çıkarak davanın siyasal niteliğini sorgulayan ve yargılanırken yargılayan tavır! TRT , böyle bir portrenin yurt sathında görünür olmasına tahammül edemez. Neyse, dediğim gibi, konu cezaevindeki oğul değil, dışarıdaki babanın oğluna ve kendisine yaşatılanlara isyan ederken söyledikleri: “Ömür boyu hep uğraştım; çalıştım. Ülkemize komünizm gelmesin diye mücadele de ettim. Komünizm gelmesin diye mücadele ettiğim için çok pişmanım.” Baba İmamoğlu , ömür boyu komünizmle mücadele nedenini “İnsanların malına mülküne komünist rejimlerle el konulduğu söylenirdi” diye açıklıyor ve komünistlerden beklediğinin AKP iktidarında yapılmasına galiba şaşırıyor, üzülüyor, öfkeleniyor. Bizde komünizmle birlikte anılan bir “ izm ” de ateizmdir. Konda 2025 araştırması; Türkiye ’de kendisini “ dindar ” olarak tanımlayanların oranı 2008 ’de yüzde 55 iken 2025 ’te yüzde 46 ’ya gerilediğini, buna karşın “ ateist ve inançsız ” bireylerin oranının yüzde 2 ’den yüzde 8 ’e yükseldiğini göstermişti. Bunları okurken, ateistler dindar nesil yetiştirmeyi amaçlayan AKP ’ye ne kadar teşekkür etseler azdır diye düşünmüştüm. Bir parti kursalar barajı geçecek orana ulaşmalarını hiç kimse sağlayamazdı. Başkaları konuştu, AKP yaptı! Baba İmamoğlu ’nun sözlerini okurken de Komünistler AKP’ye ne kadar teşekkür etseler azdır diye düşündüm. Ömrü komünizmle mücadele ile geçenleri yaptıklarına pişman ettiler! Baba İmamoğlu komünistler herkesin malına mülküne çökecekler bilirmiş. Bu memlekette neler söylenmedi ki komünizme dair? Gazete manşetlerini neler süsledi, devletin raporları neler yazdı, neler? İlkokuldaydık, biri çıkar; “ Oğlum ” derdi, “ Komünistler bir şehirden diğerine giderken izin almak zorundaymış! ” Babalarımız öğretmendi ve benim bu en masum “ eleştiri ”ye bir cevabım vardı: “ Burada da böyle, oğlum. Babamız izin yazısı almadan il dışına çıkamıyor ki. ” 40 ’lı, 50 ’li, 60 ’lı, 70 ’li yıllar, öncesi ve sonrası… Memleketin üstünde hep bir komünizm hayaleti dolaştırıldı. Marx ’ın kastettiği değil ama… Komünistler Kuran ’ı yakacak, camileri ahıra çevirecekti; aileyi ortadan kaldıracak, kadınları ve çocukları “ devletin malı ” yapacaktı; herkese tek tip elbise giydireceklerdi… Komünizmle Mücadele Dernekleri “ Komünistler gençleri domuz eti yemeye zorlayacak ” diyor, bazı istihbarat raporları komünistlerin Berlin’ den posta güvercinleriyle talimat aldığını yazıyordu. “ Komünist rejimde isimler kaldırılacak, herkese bir numara verilecek ” diyen dergiler vardı. Yeniler bilmez ama benim neslim ve öncesi, ateist olanların “şeytana benzediği için kuyruk çıkardığı” , komünistlerde “ doğuştan kuyruk olduğu ” söylentilerinin dolaştığı günleri yaşadılar. Bir köye “ komünist ” öğretmen mi geldi, arkasında kuyruk aranırdı gizliden gizliye. Liste daha uzar ama ben burada keseyim. Hadi gel de bu söylentilerin dolaştığı ve alıcısı hiç az olmayan bir toplumda komünizmin sınıfsız toplum olduğunu, orada her bireyin yeteneğine göre üreteceği ve herkesin bu üretimden ihtiyacı kadar alacağını, insanlığın erişebileceği ahlakın zirvesi olduğunu anlat! Gel de AKP ’ye teşekkür etme, hayatı komünizmle mücadeleyle geçen birine tövbe ettirmiş!

“Zorbalamak” ve “linçlemek”

“Zorbalamak” ve “linçlemek”

Günümüzde “akran zorbalığı” denen bir şiddet türü hızla artıyor. Eşitsiz ve adaletsiz bir düzende çocuklarımız çetelerin tuzağına düşerek suça sürükleniyor. Okullardaki şiddet tırmanışı, öğretmenlere eylemli saldırı boyutuna kadar uzandı... Toplumdaki bu çürüme dile de yansıyor. Alt kültür kendi dilini de yaratıyor. Her gün yeni yeni uydurma sözcüklerle karşılaşıyoruz. ∗∗∗ Son günlerin moda sözcüklerinden ikisi, “zorbalamak” ve “linçlemek” ! “İfşa” gibi “zorba” ve “linç” sözcüklerinin eylem durumları da yanlış kullanılıyor. Türkçede “zorbalamak” diye bir söz yoktur. “Zorlamak” a öykünerek “zorbalamak” denemez. “Zorba” sözcüğü ancak “etmek” yardımcı eylemiyle “zorbalık etmek” biçiminde kullanılabilir. “Linç” sözcüğü de benzer durumdadır. Ergenlerin dilinde bu aralar “linçlemek / linçlenmek” söylemleri fazlaca dolaşıyor. Bu sözcüğün doğru eylem biçimi “linç etmek / linç edilmek” tir. Dildeki bu hızlı kirlenmeyi nasıl önleyeceğiz? BU NASIL BAŞLIK? Başlıktaki soruyu, BirGün okuru İbrahim Lisans sormuş: “Sevgili Attila Aşut Ağabey, dil konusunda duyarlılığınızı biliyorum. 30 Kasım 2025 tarihli BirGün Pazar gazetesinin 8. sayfasında Işıl Çalışkan ’ın Ali Kocatepe ile söyleşisini okudum. Başlık, ‘’Patron hep yapımcı olan Ali Kocatepe‘’ . Bu başlıkta anlam bakımından bir sorun yok mu? ‘’Hem patron hem yapımcı olan Ali Kocatepe‘’ denebilirdi. Lütfen bir kez de siz inceleyip köşenizde yazın ki gazetem BirGün böyle fahiş hatalar yapmasın. Selam ve sevgilerimle...” KISA KISA “ Yazımın adı ne olmalı diye pazar gecesinden beri, şu sözcükleri yazmakta olduğum pazartesi öğleye kadar düşündüm.” ( Ataol Behramoğlu , “Zulümle İmtihan”, Cumhuriyet , 28 Ekim 2025) Sevgili Ataol , “yazımın adı” demiş. Doğru ifade, “yazımın başlığı” olmalıydı. “AKP’den din eğitimi ihracatı: Kıbrıs’a ilahiyat koleji” ( birgun.net , 21 Kasım 2025) İhracat, “ihraç” ın çoğuludur. Bu tür anlatımlarda “ihracat” değil “ihraç” sözcüğü kullanılır. Örneğin “ devrim ihracı” deriz, “devrim ihracatı” değil. O yüzden doğru ifade “din eğitimi ihracı” dır. HAFTANIN NOTU ADALETİN ŞİRAZESİ KAYDI! Cezaevlerinde doluluk oranı % 78’e ulaşmış. Mahkûmlar yerlerde yatıyor. Ama siyasallaşmış yargı, iktidarın yanlış uygulamalarını eleştiren kim varsa içeri tıkmaya doymuyor! Ne yazık ki Türkiye’de yargı düzeneği uzunca bir süredir böyle çalışıyor... Bilindiği gibi Yusuf Tekin yönetimindeki Milli Eğitim Bakanlığı’nın her projesi toplumda büyük tepki çekiyor . Laik eğitimin canına okumak için tarikat ve cemaatlere ÇEDES projesiyle kapılarını açan Bakanlık, şimdi de Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) aracılığıyla sermaye kesimine ucuz işgücü sağlamaya çalışıyor. MESEM projesiyle “çocuk işçiliği ” meşrulaştırılmaya çalışılırken öte yandan çocuklarımız iş cinayetlerinde yaşamlarını yitiriyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) verilerine göre 2025 başından Kasım ayı sonuna dek 85 “çocuk işçi” yaşamdan kopartıldı. Türkiye İşçi Partisi üyesi gençler, MESEM ’in yol açtığı çocuk ölümlerine karşı protesto gösterisi yapınca apar topar gözaltına alınıp tutuklandılar. Anayasa’nın yurttaşlara tanıdığı barışçı toplantı, gösteri ve protesto hakkı yok sayılarak nasıl böyle bir tutuklama kararı verilebilir, anlamak olanaksız. Tutuklamaların bu denli sıradanlaştığı ve otomatiğe bağlandığı bir dönem ülkemizde görülmedi! Şu anda tutuklu bulunan 16 TİP ’li genç, üniversite öğrencisidir. Okullarında olmaları gereken bu gençleri boş yere cezaevinde tutarak geleceklerini karartmak hangi vicdana sığar? TİP yöneticilerinin yaptığı açıklamada da bu haksızlığa karşı isyan var: "Memlekette milyonlarca çocuğu açlığa mahkûm edenler, gençleri geleceksizliğe sürükleyenler, liselileri MESEM ’lerde ölüme gönderenler; işlenen suçların üzerini 16 TİP’li genci tutuklayarak örtebileceğini sanıyorsa yanılıyor. Daha fazla mücadele edeceğiz, daha fazla karşınıza dikileceğiz! Gençler özgürlüğüne kavuşacak, MESEM tarihe karışacak!" Yaşadığımız bu hukuksuzlukların nedeni Saray rejimidir. Öyleyse öncelikli işimiz “acil demokrasi ”dir!

Diddy’yi Bitiren Adam: 50 Cent’in son kahkahası

Diddy’yi Bitiren Adam: 50 Cent’in son kahkahası

Netflix’in Sean Combs: The Reckoning belgeseli, bir intikamın değil, bir devrin cenaze töreni gibi çalışıyor. 2006’da 50 Cent, “The Funeral” diye bir şarkı çıkarmıştı hatırlarsınız ve sözlerinde açık açık “I’m gonna make a movie about this nigga” demişti. Kibar çevirisiyle “Bu adam hakkında bir film çekeceğim.” Aradan 19 yıl geçti. Ve Netflix’te bugün o filmi izledik. Adı “Diddy: The Reckoning”. Dört bölüm, dört saat, sıfır merhamet. 50 Cent bu sefer mikrofonu bırakmış, executive producer koltuğuna oturmuş. Karşısında ise yıllardır Instagram’da tiye aldığı, şarkılarında gömdüğü, “Bu herif bir gün düşecek” diye kehanette bulunduğu adam, Sean John Combs. Nam-ı diğer Puff Daddy, Puffy. Belgesel başladığında doğrudan 90’ların başına gidiyoruz. Harlem’in kulüpleri, dans pistleri dolu. Andre Harrell’in Uptown Records şirketi o dönemin en önemli adresi. Burada stajyer olarak çalışan genç bir isim var: Sean Combs. İlk 20 dakikada Combs’un nasıl yükseldiğini net bir şekilde görüyoruz. Adam tam bir networking ustası. Bir partide Heavy D ile tanışıyor, hemen yakınlık kuruyor. Ertesi hafta Jodeci’nin A&R sorumlusu oluyor. Kısa süre sonra da The Notorious B.I.G.’yi keşfedip şirketin yıldızı yapıyor. Hızlı çalışıyor, acımasız kararlar alıyor, karizması yüksek. Bu kısmı izlerken “Adam hak etmiş” diye düşünüyorsunuz. CİNAYETLER Ama 45. dakikaya geldiğinizde hava birden değişiyor. Ekran kararıyor, tarih beliriyor: 7 Eylül 1996, Las Vegas. Siyah BMW yavaşça Flamingo Road’da duruyor. Sağdan beyaz Cadillac yanaşıyor. 14-16 el ateş. Tupac dört kurşun yiyor. Belgesel burada duruyor ve izleyiciye tek bir soru soruyor: “Ya bu cinayetin arkasında gerçekten Sean Combs varsa?” Ardından sırayla konuşmacılar geliyor: eski Death Row çalışanları, emekli LAPD dedektifleri, Suge Knight’ın eski koruması… Hepsinin ortak iddiası aynı: MGM Grand’deki kavgadan sonra Diddy bir şekilde “işi bitirin” mesajı verdi. Elimde somut delil yok, mahkeme bunu hiçbir zaman ispatlayamadı. Ama anlatılan detaylar o kadar tutarlı ki insanın tüyleri diken diken oluyor. Tam altı ay sonra, 9 Mart 1997. Los Angeles. Aynı yöntem. Bu kez kurban Biggie Smalls. Belgeselin en soğukkanlı cümlesi burada düşüyor: “Sean Combs kendi yarattığı ateşi körükledi. Ateş önce rakibini yaktı, sonra ev sahibini.” “DEVLET BAZEN DÜŞMANDIR” Burada küçük bir parantez açmak istiyorum. Ben 90’larda çocukluk ve ilk gençlik geçirmiş biri olarak şunu çok net biliyorum: O yıllarda müzik ve sinema sadece eğlence değildi. Kimlikti, taraftı, dünya görüşüydü. Ben de Tupac’i öyle tanıdım. Gangsta imajının altında polis şiddetini, ırkçılığı, hapishane-endüstri kompleksini, yoksulluğu açık açık haykıran bir adam vardı. “Changes”, “Keep Ya Head Up”, “Brenda’s Got a Baby” gibi şarkılar milyonlarca çocuğa “devlet bazen düşmandır” fikrini ilk kez soktu. Annesi Afeni Shakur eski Black Panther’dı, vaftiz babası Geronimo Pratt ömür boyu hapiste yatmıştı. Tupac’in politik damarı yapmacık değildi, doğuştandı. Amerikan siyah hareketinin 90’lardaki en görünür, en tehlikeli sesiydi. 2025’e geldik, hâlâ teoriler konuşuluyor, resmi tez olan Crips intikamı, Suge Knight siparişi, belgeselin ana tezi olan Diddy / Bad Boy bağlantısı ve FBI/devlet komplosu. Ben dördüncüye inanıyorum. Çünkü Tupac’in söylemi artık milyonları harekete geçiriyordu ve tarih bize şunu öğretti. Amerika böyle sesleri susturmayı iyi bilir. Belgesel bu kısmı maalesef geçiştiriyor. TARAFLI BELGESEL Üçüncü bölümden itibaren konu günümüze kayıyor. Cassie Ventura’nın 2023’te açtığı dava, otel koridorundaki dayak görüntüleri, “freak-off” adı verilen partiler, uyuşturucu dağıtımı, zorla alıkonulan kişiler… Diddy’nin avukatı Marc Agnifilo’nun mahkemede söylediği “Bu bir yaşam tarzı, suç değil” cümlesi belgeselde doğrudan alay konusu yapılıyor. 2024 FBI baskınları, Eylül 2024’teki gözaltı, 2025’te alınan 4 yıllık hapis cezası; her şey tarih sırasıyla, belge belge ekrana geliyor. Bu belgesel Diddy'nin yıldızlığa dönüş yolunu kesinlikle sonsuza kadar kapattı diyebiliriz. Bu nedenle, izlemesi sadece keyifli değil, zorunlu da bir yapım. En çarpıcı sahne ise son 10 saniyesinde, kamera 50 Cent’e döndüğünde. Belgesel tarafsız mı? Hayır. Diddy tek kelime etmiyor. Usher, Jay-Z, Mary J. Blige gibi isimler suskun. Marlon Wayans “50 Cent’e karma döner” diye tweet attı, belki haklıdır. Ama Diddy konuşsa ne diyecek ki? “Evet, 2Pac’e yol verdim, Biggie’yi de harcadım, Cassie’yi de dövdüm” mü diyecek?”

Madenciler kesintiyi protesto etti

Madenciler kesintiyi protesto etti

Polonya’nın Katowice kentinde, WZZ Sierpien 80 sendikasına bağlı madenciler Enerji Bakanlığı binası önünde protesto düzenledi. Göstericiler, Jastrzebska Spolka Weglowa’nın (JSW) kötüleşen mali durumu nedeniyle Barborka (Madenciler Günü) ikramiyesinin ve diğer haklarının kesilmesine tepki gösterdi. Tasarruf önlemlerinin yükü işçilere bırakıldığını savunan sendika yöneticileri, bu politikaların madenlerin ve yerel toplumların geleceğini tehdit ettiğini ifade etti.

İBB Sanat Koleksiyonu halka açıldı

İBB Sanat Koleksiyonu halka açıldı

Kültür Sanat Servisi Artİstanbul Feshane’nin dokuzuncu sergisi olarak İBB Sanat Koleksiyonlarından özel bir seçkiyi sanatseverlerle buluşturan 'Kolektifin Belleği: İBB Koleksiyonları' sergisi açıldı. Koleksiyonun Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan yüzyıllık sanat birikimini özel bir seçkiyle bir araya getiren sergide 187 sanatçının 627 eseri yer alıyor. Sergi 13 Aralık 2026'ya kadar pazartesi hariç her gün saat 10.00-20.00 arasında ücretsiz ziyarete açık olacak.

Çocukluk evrenseldir

Çocukluk evrenseldir

Saftirik Greg’in Günlüğü serisinin yazarı Kinney, dijital çağın hızına rağmen çocukluk deneyiminin evrensel niteliğini vurguluyor. Kinney: Farklı kültürlerimiz olabilir. Ortak noktalarımız hakkında yazmak önemli. Kutuplaşmış dünyada çocukluk deneyimi bizi birleştiren şey.

Kurulda ‘laf atma’ arbedesi yaşandı

Kurulda ‘laf atma’ arbedesi yaşandı

Haber Merkezi TBMM Genel Kurulu'nda CHP'li ve AKP'li vekiller arasındaki gerilim fiziksel müdahaleye dönüştü. CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan'ın 2026 bütçesi üzerine konuşması sırasında AKP Grup Başkanvekili Leyla Şahin Usta'nın tepki göstermesi üzerine CHP milletvekilleri ve AKP milletvekilleri arasında sözlü atışma başladı. TBMM Başkanvekili Celal Adan da kürsüde hatip varken herhangi bir grup başkanvekilinin milletvekiline "laf atmayın" diye müdahale etmekten utandığını söyledi. Konuşmaların ardından Usta, Özkan'a 'bağırdığı için' tepki gösterdi ve yerinden kalkarak CHP grubunun olduğu sıralara doğru yürüdü. Tartışma sırasında iki parti milletvekilleri arasında fiziksel müdahaleler de yaşandı.

45 yıldır bize cesaret  veriyor

45 yıldır bize cesaret veriyor

Haber Merkezi Erdal Eren’in 12 Eylül darbesinde yaşı büyütülerek darağacına gönderilmesinin üzerinden tam 45 yıl geçti. Türkiye solunun simge isimlerinden olan Eren, aradan geçen yaklaşık yarım asra rağmen unutulmadı. 12 Aralık 1980’de Kenan Evren başkanlığındaki Millî Güvenlik Konseyi tarafından cezası onaylanan Eren, 13 Aralık 1980 günü Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak hayata veda etti.

Eurovision’da İsrail’i boykot sırası Belçika’da

Eurovision’da İsrail’i boykot sırası Belçika’da

Dış Haberler Gazze'de soykırıma imza atan İsrail'e yönelik Eurovision boykotu genişliyor. Belçika'da Fransızca kamu yayıncısı RTBF'nin Eurovision Şarkı Yarışması'na katılma kararını gözden geçirmesini talep eden tasarı, Valonya-Brüksel Federasyonu Parlamentosuna sunuldu. Tasarıda, soykırımı önlemek için diplomatik ve ekonomik baskının şart olduğu belirtilerek, İsrail'in katılımıyla yapılacak Eurovision Şarkı Yarışması'nı boykot etmenin "sembolik de olsa güçlü ve gerekli" olduğu ifade edildi. Tasarıda, yarışmaya katılmama kararının devletlerin soykırım karşısında suç ortaklığı ve hoşgörüden kaçınmasını amaçlayan uluslararası yükümlülükleriyle uyumlu olduğu kaydedildi. Federal yönetimin olduğu Belçika'da Flaman Hükümeti, Valonya Hükümeti, Brüksel Hükümeti olmak üzere 4 farklı hükümet var.  4 Aralık'ta İsrail'in, 2026 Eurovision Şarkı Yarışması'na katılımına izin verilmesinin ardından İspanya, Hollanda, Slovenya, İrlanda ve İzlanda yarışmaya katılmayacağını duyurarak boykot kararı almıştı. Belçika'da Flamanca yayın yapan kamu yayıncısı VRT, gelecek sene Eurovision'a katılmayacağını duyurmuştu. Öte yandan 2024 şampiyonu olan İsviçreli şarkıcı Nemo, İsrail'in yarışmaya katılmasına tepki göstererek aldığı ödülü geri göndereceğini açıkladı.

Don Kişot için geri sayım başladı

Don Kişot için geri sayım başladı

Kültür Sanat Servisi İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolar, aile tiyatrosunun bir örneği olan “Don Kişot: Çağdaş Bir Masal” oyununun prömiyerini İzBBŞT İsmet İnönü Sahnesi’nde 20 Aralık’ta gerçekleştirecek. Bu sezon “Cadı Kazanı” oyunuyla sezonu açan İzmir Şehir Tiyatroları, minik tiyatroseverleri de unutmadı. 8 yaş altındaki çocukların da aileleriyle izleyebileceği oyun 20 Aralık saat 14.00 ve 18.00’de ve 21 Aralık’ta 14.00’te seyirciyle buluşacak.