Bursa'da hafif ticari araç ile otomobil çarpıştı: 2 yaralı
Bursa'nın Yıldırım ilçesinde hafif ticari araç ile otomobil çarpıştı. Kazada otomobilde sıkışarak yaralanan 2 kişi itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle kurtarıldı.
Bursa'nın Yıldırım ilçesinde hafif ticari araç ile otomobil çarpıştı. Kazada otomobilde sıkışarak yaralanan 2 kişi itfaiye ekiplerinin müdahalesiyle kurtarıldı.
Bursa'nın Nilüfer ilçesinde yılbaşı önlemleri kapsamında geniş çaplı bir asayiş uygulaması yapıldı. 5 kişi yakalandı, 14 sürücüye 141 bin 698 TL para cezası kesildi.
Süper Lig'in 16. haftasında oynanan Trabzonspor-Beşiktaş maçı 3-3'lük eşitlikle tamamlandı. Ancak her iki taraf da hakem Ali Şansalan'ın yönetiminden memnun kalmadı. Beşiktaşlı El Bilal Toure'nin gördüğü kırmızı karta siyah beyazlılar isyan ederken, ev sahibi bordo mavililer ise Orkun Kökçü'nün de kırmızı kart görmesi gerektiğini savundu. Dev maça damga vuran pozisyonları Trio ekibi yorumladı.
Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığının kameri ay hesaplamalarına göre, Recep, Şaban ve Ramaza...
Cumhuriyet tarihinin en büyük sosyal konut hamlesi Yüzyılın Konut Projesi kapsamında 81 ilde inşa edilecek 500 bin konu...
Isparta'da saman balya yüklü römorktan su kanalına düşen kişi kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.
Sevgilisi terk etmiş, salya sümük... “Saçmalama oğlum” dedi birimiz. “Elini sallasan beş yüz ellisi, unut gitsin.” Bir başka arkadaşımız, “Sen ne hata yaptın ki?” dedi. “Ulrike Meinhof’u anımsa, üzüleceğine öfkelen. Ancak böyle rahatlayabilirsin.” Bizimki hak verir gibi bir an durdu, sonra kan çanağına dönmüş gözlerini üzerimize dikerek konuştu: “Dost olduğunuz için beni avutmaya çalışıyorsunuz, sağ olun, dostlar böyle yapar. Ama Ulrike’nin bambaşka bir bağlamda söylediği meşhur sözünü bu konuda pas geçiyorum. Kıymetli, en azından benim için kıymetli onca güzel hatırayı unutmak istemiyorum ve beni rahatlatacaksa bile öfkelenip o hatıralara ihanet edemem. Neden rahat olmaya bu kadar meraklıyız ki? Bırakın rahatsız kalayım, bırakın üzüleyim. Beni sevdiğiniz için benim rasyonelimi rasyonalize etmeye çalışıyorsunuz ama yapmayın bunu. Gerek yok.” “Rasyonalize etmek” Maslakça bir terim. Birine anlamını sorsak “Acı veren, hoşa gitmeyen, işimize gelmeyen bir konuya rahatlatıcı mantıklı gerekçe bulmaya çalışmak” diye bir yanıt verir. İngilizce’de “to rationalize” deniliyor, bunu alıp kullanmışız. “Gerekçelendirmek” Türkçe karşılığı olabilir ama bu sözcük “rasyonalize etmek” kadar net değil. Olumlu bir durumu da gerekçelendirebiliriz ama sadece olumsuz, sorunlu konuları “rasyonalize ediyoruz.” *** Terk edilmiş arkadaşımız yaşadığı aşk acısına rağmen “unutmak” veya “karşı tarafı suçlamak” önerilerini reddediyor, bunları “rasyonalize etme” olarak nitelendiriyor. Acı çekmenin, rahatsız olmanın, üzülmenin bir “sorun” gibi algılandığı çağımızda tedavi girişimlerini böyle adlandırması ürkütücü bir şekilde doğru. Eskiden bir çocuğun üzülmesinin, depresyona girmesinin pek haber değeri yoktu. Belki de bu nedenle o kadar da üzülmez, depresyona girmez, travmatik olaylar yaşasak da bundan bir travma hikâyesi çıkarmazdık. Nesiller geçtikçe “aman çocuk üzülmesin” cümlesi bir bilim dalı haline geldi. Ebeveynler çocuklarını neyin üzdüğünü bulmaya çalışan hafiyelere dönüştüler. Her üzüntü, her acı, her kaygı derhal yok edilmeli ve bir an önce tekrar gülmeye, dans etmeye başlamalıydık. Üzüntü kaynaklarımızı hor görmek serbestti, kendimizi haklı çıkaracak şekilde durumu hemen “rasyonalize etmeli” ve tarihi böyle yazıp yolumuza devam etmeliydik. Üniversitenin ilk yıllarında tanıyıp sonra izini kaybettiğim birini sosyal medyada buldum ve ona merhaba dedim. Sanki geçen hafta bir aradaymışız ve çok taze bir kavga etmişiz gibi coşku dolu bir hakaret mesajı yazdı: “Bana ne hakla selam veriyorsun?” Birbirimizi son gördüğümüzde 18 yaşındaydık ve şimdi aradan neredeyse kırk yıl geçmişti. 18 yaşında ona ne demiş olabilirdim ki böyle dinmeyen bir öfkeye sahipti? Ortak bir arkadaşımıza danıştım ve arkadaşım o günleri benim anımsadığım gibi anlattı. Bir suçum yoktu ama belki de bilmeden onu incitmiştim. Geçen zamanda bu incinme halini içselleştirmiş ve makas alınca ayrı yönlere giden trenler gibi bu anlatıyla benden iyice uzaklaşmıştı. Veya belki aynısını ben yapmıştım ve hakem olarak tayin ettiğim arkadaşım da durumu “rasyonalize ediyordu”. Hangimizin rasyonalizesi rasyoneldi? Bir kişi mahkûm edildiğinde, içimizden habis bir ses yükselir ve bu durumu “rasyonalize etmeye” çalışır. “Kendi arandı, ateş olmayan yerde duman tütmez, neden seni beni değil de onu aldılar?” Bu tip sözlerin parasetemol etkisi olur, harareti keser, ateşi düşürür. “Rahatı arama”nın yer çekimi kadar doğal sayıldığı bir çağda, anlaşılmaz bir durumu “rasyonalize etmek” de hak sayılır. Adaleti arayan bir teraziyle değil, keyfine düşkün bir popoyla düşünmeye başlar, böylece insan soyunun en soysuz haline evriliriz: Haklının değil, güçlünün yanında olan. *** Sovyet Devrimi nedeniyle yurdundan Amerika’ya göçen bir Rus burjuvası olmasının en çok ekmeğini yiyeceği “anti komünist” yıllarda Vladimir Nabokov, aynı anda hem Stalin’in, hem de McCarthy’nin nefret edeceği bir roman yazdı: Lolita. Romanda Humbert adlı bir adamın Lolita adlı bir kıza duyduğu aşk anlatılır. Sorun şudur ki, Humbert 37 yaşındayken, Lolita 12 yaşındadır. Kitabı baştan sonra Humbert’in kaleminden okuruz. Nabokov yazar olarak bu kurgusal karakterin anlatısına hiç müdahale etmez. Humbert dili mükemmel kullanan, edebi derinliği olan, entelektüel biridir. Metin boyunca sadece bir çocuğu yönlendirmekle kalmaz, kitabı okuyan kişilerin de kafasını çelmeye çalışır. Sözcükleri öyle özenle seçer, olayları öyle titizce kadrajlayarak anlatır ki 12 yaşındaki öksüz bir çocuğa tecavüz eden bu sapıkla empati kuracak hale gelirsiniz. Bir noktada kitap ellerinizi yakmaya başlar. Ahlaksız, şerefsiz, utanmaz bir adam süslü sözlerle size de Lolita’ya yaptıklarını yapmaya çalışır gibidir. Lolita, rasyonalize etmenin nerelere gidebileceğini gösteren bir başyapıt. Amerika’da yayınlanması reddedilince ilk baskısını Fransa’da yapabilmiş, faşizmi en iyi anlatan kitaplardan biri olduğu yıllar sonra kabul görmüş. Nabokov arkalarında farklı bayraklar dalgalansa da diktatörlerin hep aynı hamurdan olduklarını anlatıyor bizlere: Halkı Humbert’in Lolita’ya yaptığı gibi bilgiden, muhakemeden, adalet arayışından mahrum bırakmak; ardından onları en çirkin kötülüklerle sömürmek ve nihayet bir de pişkince sevgi beklemek. Karanlık ihtirasını neyle örtmeye çalışırsa çalışsın, kendini hangi şatafatlı ifadelerle rasyonalize ederse etsin, gerçekte pespaye sefil bir tecavüzcü olmak. Nabokov Lolita’yı yazalı yetmiş yıl geçti ve neyse ki Türkiye bir hukuk devleti. Bu kitap bizlere hiçbir şey söylemiyor olsa da, siz siz olun kırgın aşıkları rasyonalize ederek avutmaya çalışmayın.
Kastamonu'da 30 metrelik uçurumdan yuvarlanıp kumsala düşen otomobilin sürücüsü, emniyet kemerinin takılı olması sayesinde yaralı halde kurtarıldı.
Yunus Emre Vakfı soygununun faturası büyüyor. Müfettişler incelemelerine devam etti ve soygunun boyutunun 630 milyon TL’yi aştığı belirlendi. 39 şirket mercek altına alınırken soygunun yurtdışı ayağı da en az 140 milyon TL.
Yunus Emre Vakfı soygununun faturası büyüyor. Müfettişler incelemelerine devam etti ve soygunun boyutunun 630 milyon TL’yi aştığı belirlendi. 39 şirket mercek altına alınırken soygunun yurtdışı ayağı da en az 140 milyon TL.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti Kongre Merkezi'nde, "Dünya Türk Dili Ailesi Günü" vesilesiyle gerçekleştirilecek "Üç Kademe Buluşma Toplantısı" programı iştirak edecek.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Avustralya'nın Sydney kentinde saldırgana müdahale eden Suriyeli Ahmed el-Ahmed'den "Yahudi kahraman" diye bahsetti.
Çin'in uzak bir köşesinde yaşayan bir halk, asırlık geleneklerini yaşatıyor: Geleneksel kıyafetlerini somon balığının derisinden yapıyorlar. Bu eşsiz üretim süreci ve ortaya çıkan elbiseler, görenleri hayran bırakıyor.
MHP’nin Terörsüz Türkiye raporunun detayları ortaya çıktı. Silahların tam olarak bırakılması, örgüt mensuplarının resmî işlem sebebiyle adli mercilere teslim edilmesi ve bunlara yönelik rehabilitasyon sürecinin yürütülmesi noktasında düzenlemelerin yapılması konusunda üç aşamada düzenleme önerildi.
MHP’nin Terörsüz Türkiye raporunun detayları ortaya çıktı. Silahların tam olarak bırakılması, örgüt mensuplarının resmî işlem sebebiyle adli mercilere teslim edilmesi ve bunlara yönelik rehabilitasyon sürecinin yürütülmesi noktasında düzenlemelerin yapılması konusunda üç aşamada düzenleme önerildi.
Türkiye’deki bütün üniversiteler bir yana, İbn Haldun Üniversitesi bir yana. Anadolu Ajansı, hiçbir üniversiteye göstermediği kadar ilgi gösteriyor, haber değeri atfediyor bu üniversiteye. Web sayfasından sorguladım; AA’nın son altı ayda yayımladığı ve bu üniversitenin adı geçen haber sayısı 23’ü bulmuş. AA, bu üniversitenin akademik yılının kapanış ve açılış törenlerini dikkatle izlemekle kalmıyor; tanıtım haberleri de yayımlıyor arada. 16 Kasım’da yayımlanan İbn Haldun Üniversitesi, çok dilli eğitim modeli ve burslarla öğrencilerini dünyaya açıyor” haberi bir gün sonra da “İbn Haldun Üniversitesi, çok dilli eğitim modeli ve burslarla öğrencilerini dünyaya açıyor” başlığıyla görüntülü olarak servise konulmuş. Aktüel hiçbir yanı yok bu haberin, haber değeri de. Rektör ile konuşmuşlar, o da üniversitesini tanıtıyor. Haberdeki fotoğraf da gazetecilik ürünü değil, üzerinde oynanmış bir görsel. Üniversitede “Darüşşifa Psikoterapi Merkezi” açılması bile AA’da, “açılıyor”, “açıldı” ve “açılışa Emine Erdoğan katıldı” gibi başlıklarla üç ayrı habere konu edildi. AA ile bu üniversite arasında farklı alanlarda işbirliği de söz konusu. AA’nın İstanbul Haber Merkezi'nde 2 Aralık’ta düzenlenen “Dijital Habercilik Eğitimi” programında, İbn Haldun Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Mehmet Karanfiloğlu sunum yapmış. İbn Haldun Üniversitesi’ni, Türkiye’deki bütün üniversitelerden ayıran önemli bir özelliği var; kurucusu TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı). Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkan Vekili de Bilal Erdoğan. Buradan da anlaşılacağı gibi, bu üniversite siyasi iktidarın kanatları altına aldığı özel bir yapılanma. Nitekim Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Baykar Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar ve Cumhurbaşkanı Dış Politika ve Güvenlik Başdanışmanı Akif Çağatay Kılıç gibi iktidar mensupları da bu üniversitedeki etkinliklerde sık sık boy gösteriyorlar. Sanırım Bilal Erdoğan’ın varlığı ve AKP iktidarının koruması altında olması, AA’nın bu üniversiteye yönelttiği özel ilginin nedenini açıklıyor. AA’nın kamu yararına, nesnel ve adil habercilik yapma sorumluluğu ise çöp tabii… *** REKLAMIN SUYUNU ÇIKARAN FUTBOL PROGRAMI Reklam ile program içeriğinin birbirine karıştırıldığını çok gördük, ama NOW TV’deki “Efsane Futbol” programında iyice suyunu çıkardılar. Programın bir bölümünde yorumcu Tümer Metin, üç beş cips paketini önüne alıp, bir yandan konuştu, bir yandan da haşur huşur cips yedi. O cips yerken, kamera da ona ve cips paketlerine odaklandı; karşısındaki Tugay Kerimoğlu da hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam etti. Başka bir bölümde de yorumcu Ersin Düzen, ayağa kalktı, arkadaki küçük içecek otomatından bir kutu aldı. Masaya döndü, açıp içmeye başladı. Tabii kamera da onunla birlikte gezindi. Sonra bir ara Tümer Metin de onun yanına geldi, o da bir kutu aldı. Birlikte içerlerken Ersin Düzen, “Şekersiz içecek, şekeri meyvesinden” gibisinden reklam yaptı; Tamer Metin de “Güzelll” diyerek ona eşlik etti. NOW TV’nin yanı sıra YouTube’daki NOW Spor hesabından da yayımlanan bu programda reklam ile futbola ilişkin değerlendirmelerin bu denli iç içe geçmesi etik dışı bir durum. Yayın sırasında yiyip içmelerinin yarattığı rahatsızlık bir yana, futbol yorumları yiyecek içecek reklamına alet ediliyor; izleyenler kandırılıyor ve güvenleri paraya tahvil edilmeye çalışılıyor. Hem de para karşılığında ticari bir ürünü övebileceklerini ilan ediyorlar. Demek ki bedeli karşılığında inanmadıkları, bilmedikleri başka şeyleri de söyleyebilirler. Bu durumda bu futbol yorumlarının başka çıkar ilişkilerinden de etkilenmeyeceğinden nasıl emin olunabilir? *** KAZA HABERLERİNDE KALIPLAR AŞILMALI “Katliam gibi kaza”, “Son gaz ölüme”, “Lastik patladı, 7 hayat söndü”, “Katliam gibi kaza: 7 ölü, 11 yaralı” haberlerinin ortak noktası, “yolcu otobüsünün, lastiği patladığı için sağ şeritte duran TIR’a arkadan çarptığı” bilgisiydi. Osmaniye yakınlarındaki kaza yerinden geçilen ilk haberlerin hemen hepsinde bu bilginin yanı sıra Mehmet Avcı adlı yolcunun da otobüs şoförünün hızlı gittiğine dair anlattıkları yer alıyordu. Bu haberlere göre, bütün hata otobüs şoföründeydi. Ancak daha sonra Osmaniye Valisi Erdinç Yılmaz “TIR'ın lastiği patlıyor ve orta şeritte duruyor. Karayolları’na haber veriyor, ancak bu sırada otobüs arkadan çarpıyor. Otobüsün hızı konusunda şu anda bilgimiz yok” bilgisini verdi. Valilik açıklamasında da lastiği patlayan TIR’ın orta şeritte durduğu, aynı şeritten gelen otobüsün de duran TIR’a arkadan çarptığı” belirtildi. Valilik açıklaması, sadece otobüs şoförünün değil, orta şeritte duran TIR şoförünün de hatalı olduğuna işaret ediyordu. TIR şoförünün hatası, flaşörlerini yakmakla yetinip gerekli önlemleri almadan orta şeritte durması, otobüs şoförünün hatası ise dikkatsizlik, karanlık olmasına rağmen otobüsü hızlı kullanmasıydı. Nitekim her iki aracın şoförü de tutuklandı sonra. Trafik kazalarında bildik bir “haber kalıbı” var; otobüs kazalarının nedeni “sürattir” ya da “şoförlerin uyuklaması”dır. Lastiği patlayan kamyonlar, araçlar da hep sağ şeride çekilir; hızlı şoförler gider, onlara çarpar. Kazaların bir kısmının böyle olduğu elbette doğru. Fakat her kazanın kendine özgü nedenleri olabilir, muhabirin bir yolcunun ifadesine dayanarak bildik kalıpla haber yazmak yerine olayı incelemesi, yetkililerle görüşmesi gerekir. Belli ki, Osmaniye-Gaziantep otoyolundaki kaza haberinde ajans muhabirleri bırakın araştırmayı, valilik açıklamasını bile dikkate almamışlar. Hatta “sağ şeritte duran TIR’a arkadan çarptı” ifadesini bile sonradan değiştirmeye zahmet etmediler, haberlerde öylece kaldı. *** RSF’DEN BAKAN TUNÇ’A ENDEKS YANITI Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, Meclis’teki bütçe görüşmelerinde, Türkiye’nin “Basın Özgürlüğü Endeksi”ndeki görünümünden yakındı: “…Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi. Türkiye 159. sırada. İsrail, Türkiye'nin önünde gösteriliyor. İsrail 2 yılda 250'den fazla gazeteciyi şehit etmiş, siz neden bahsediyorsunuz? Bu endeksleri Türkiye'yi karalama vesilesi olarak kullananlara fırsat vermeyeceğiz.” Ben de Bakan Tunç’un bu değerlendirmesini, endeksi hazırlayan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu’na sordum: “RSF Basın Özgürlüğü Endeksi, her ülkenin kendi topraklarında medya özgürlüğüne dair muamelesinin skoruna göre şekillenir. Bu nedenle İsrail de bu ülkede gazeteci haklarına yönelik yaklaşımı açısından değerlendiriliyor. Sayın Adalet Bakanı, uluslararası gazetecilik örgütleri olarak yılda bir Ankara'ya gerçekleştirdiğimiz ziyaretlerimizde bize randevu verirse, Türkiye'de medya özgürlüğünün vahim halini daha yapıcı şekilde konuşabiliriz. Yargının araçsallaştırılması ve gazetecilik haklarını sistematik şekilde hedef alması RSF kadar Sayın Bakan’ı da endişelendirmelidir. Sayın Bakan’ı, RSF'nin Gazze'de gazetecileri öldürdüğü için Ekim 2023'ten beri beş kez Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne şikayet ettiği İsrail kadar Türkiye'de gazeteci haklarına sahip çıkmaya ve ihlalleri meşrulaştırmamaya çağırıyoruz.” Gerçekten de 2025’te, endekste İsrail 112., Türkiye ise 159. sırada. Fakat İsrail’in Gazze’deki gazeteci cinayetlerine “ülke dışı eylemler” kategorisinde yer veriliyor; İsrail askerlerinin Gazze’de 18 ayda yaklaşık 200 gazeteciyi öldürdüğü vurgulanıyor. Nitekim RSF’nin 2025 raporunu, Yeni Şafak, “Gazeteci katili İsrail”, Sözcü de “2025 gazeteciler için en ölümcül yıl oldu” diye haberleştirdi. Anlaşılan Bakan Tunç, Endeks’in sadece sıralama bölümüne bakmış… *** ÖZDİL’İN, SÖZCÜ’DEKİ POZİSYONU NE? Emekli Tümgeneral Osman Pamukoğlu, Yılmaz Özdil ile yan yana çekilmiş bir fotoğrafını eklediği sosyal medya paylaşımında aynen şöyle yazıyordu: “Gazeteciliğin ve haberciliğin miti kardeşimiz Yılmaz Özdil; Sözcü televizyonu, Sözcü gazetesi ve Korkusuz gazetesinden oluşan, Sözcü Medya Grubu'nun başına geçti. Yılmaz Özdil ile grup; fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür olacaktır... Hayırlı olmasını diliyorum.” Aslında Özdil’in, “Medya Grup Başkanı olduğu” haberleri, 1 Aralık’taki 14 kişinin işten atıldığı haberleriyle birlikte başlamıştı; Pamukoğlu’nun paylaşımı o haberlerin ardından gelmişti. Nedense Özdil, Pamukoğlu’nu ve benzer içerikteki haberleri yalanlamak için 9 Aralık’a kadar bekledi; İpek Özbey’in sunduğu programda alaycı bir dille konuştu: “Benim Medya Grup Başkanı veya CEO olduğumu kanıtlayan arkadaşım varsa o arkadaşı Medya Grup Başkanı yapacağız. Hayatımızda görmediğimiz yalanlarla karşı karşıyayız.” Özdil, Sözcü TV’deki yeni yapılanmanın gazeteden duyurulduğunu, Güney Öztürk’ün Genel Müdür, İpek Özbey’in de Genel Yayın Yönetmeni olduğunu söyledi programda. Ancak görev değişiminin duyurulduğu 7 Aralık’taki Sözcü gazetesinde İpek Özbey’in şu sözleri yer alıyordu: “Yılmaz Bey bana bu görevi teklif ettiğinde hiç düşünmedim. Aslında teklif ettiğini söylemek doğru olmaz. ‘Sen bu kanalın yeni genel yayın yönetmenisin’ dedi, bitti, net!” Serdar Cebe de kendisini önce Burak Akbay’ın, sonra da Yılmaz Özdil’in aradığını belirtiyor, “Yılmaz ağabeye ‘Tamam, geliyorum’ dedim” diye anlatıyordu ana haber sunuculuğuna gelişini. Garip, İpek Özbey ve Serdar Cebe’ye yeni görevlerini, Yılmaz Özdil teklif etmiş, ama o sadece yazar ve programcı, yönetimde görevi de yok! Ben Özdil’in pozisyonunu anlayamadım, Sözcü okur ve izleyicilerinin anlayabildiğini de sanmıyorum. Açıklamaya muhtaç bir durum... *** TEK CÜMLEYLE: • İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, gözaltına alınmasından hemen sonra M. Akif Ersoy ile ilgili isim vererek açıklama yapması, masumiyet ilkesinin ihlaliydi; yöneltilen suçlamalar henüz iddia düzeyindeyken hüküm verilmiş gibi yapılan yayınlar da itibar suikastıydı. • Turkuvaz Grubu, 11 Aralık’ta “Finansın Geleceği”, Albayrak Medya da bir gün sonra “Yatırım ve Finansta Türkiye Yüzyılı” zirvesi düzenledi; her iki zirveye de Halkbank ve Ziraat Bankası gibi kamu bankaları ile Cengiz Holding ve Limak gibi şirketler sponsor oldu. • Türkiye gazetesinin “Bu bir ilandır” ibaresiyle yayımladığı bir akaryakıt şirketinin sentetik yakıt tanıtımını Akşam, “Enerji dönüşümüne teknolojik katkı” diye haber gibi yayımladı. • Geçen haftaki “Fidan’ın gazeteciyle samimi pozu” yazımda eksik kalmış; Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın toplantısında yaşananlar, ilk olarak Avrupa Postası adlı sitenin “Berlin’de Dışişleri Bakanı Fidan’la poz yarışı gazetecilik krizine dönüştü” başlığıyla haber yapmıştı. • Türkiye gazetesi yazarı Nur Tuğba Aktay, “medya sahipliğinin MASAK-MİT incelemesine tabi tutulmasını”, “medya sahipliğinde milli sermayenin zorunlu olmasını” istedi. • Sabah, “TGC’den Sabah’a haber ödülü” haberinde, TGC 49. Sedat Simavi Ödülü alan öbür gazetecilere ve kurumlarının adlarına yer vermedi. ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: medyaombudsman@gmail.com