Mal-mülk ‘‘derdi’’

Mal-mülk ‘‘derdi’’

Özel mülkiyet, antik Yunan'dan Roma'ya, Platon ve Aristoteles’ten Stoacılar'a kadar en eski tartışma konularından biridir. Çünkü insan, mülk sahibi olanlarla, satacak tek şeyi emeği olanlar arasında ikiye bölüneli yüzyıllar oldu. Özel mülkiyet, bugün insanlara, vazgeçilmez, temel, devredilemez, aksinin hayali dahi imkânsız bir şey olarak görünür. O atadan kalmadır; mirastır; elimizdeki kalem, üstümüzdeki gömlek, altımızdaki otomobil, cebimizdeki banka kartı, kulağımıza götürdüğümüz cep telefonudur. "Mal-mülk olmadan insan, nefes alamaz". Özel mülkiyetin umumi görüntüsü budur. Ancak Willam Blackstone'ın belirttiği gibi, mal-mülke sahip olmaktan ne kadar memnun olursak olalım, sanki mülkiyet hakkımızda bir sakatlık olmasından endişe ediyormuşuz gibi, onun hangi yollarla elde edildiğine dönüp bakmaktan korkarız. Sanki aklın gizli bir köşesinde, "ilk günah" teorisi vardır. ∗∗∗ Hele bugün -2008 krizinin artçıları hala devam ederken- nasıl korkmasın ki mülk sahipleri? Her yıl yayınlanan "küresel varlık raporları", çanların bir önceki yıldan daha sert çalmasına yol açıyor. UBS tarafından yayımlanan Milyarder Hedefleri Raporu'na göre, milyarderlerin toplam serveti bu yıl yaklaşık 15,8 trilyon dolara ulaştı. "Milyarder sayısı" geçen yıla kıyasla % 8,8 artarak 2.919’a yükseldi. Servetteki artış ise % 13 düzeyinde kaydedildi. Bu oran, 2021’den bu yana görülen en yüksek ikinci yıllık artış olarak değerlendiriliyor. Bu yıl, 91 kişi miras yoluyla milyarderler arasına girerken, miras tutarı 297,8 milyar dolar olarak açıklandı. UBS’nin hesaplarına göre, önümüzdeki 15 yılda milyarder mirasçılara en az 5,9 trilyon dolar aktarılması bekleniyor. Milyarlarca yoksulun "biriktiği" öteki kampta, büyük bir öfke biriktiği de açık. Hayatını sermaye tahakkümünün temellerine ve tasfiyesine vakfetmiş olan Karl Marx'a göre, kapitalist sistem, emekçilerin emeklerini gerçekleştirebilecekleri araçlar üzerinde her türlü mülkiyet hakkından tamamen ayrılmış ve kopmuş olmalarını öngörür. Kapitalist üretim ayakları üzerine doğrulur doğrulmaz, yalnız bu ayrılığı sürdürmekle kalmaz, bunu gitgide artan boyutta yeniden-üretir. Bu nedenle, kapitalist sistemin yolunu açan süreç emekçinin elinden üretim araçlarının sahipliğini alan süreçten başkası olamaz; bu süreç, bir yandan toplumsal geçim araçlarını sermayeye dönüştürür, öte yandan doğrudan üreticileri ücretli emekçilere dönüştürür. İlkel birikim denilen şey, bu nedenle üreticiyi üretim araçlarından ayıran tarihsel süreçten başka bir şey değildir. İlkel olarak görünür, çünkü sermaye ve buna uygun düşen üretim tarzının tarih - öncesi aşamasını oluşturur. ∗∗∗ Geçen hafta, oğlu siyasi bir operasyonla içeri atılan ve binlerce yıl hapis cezası tehdidi altında olan, mal-mülk sahibi bir adam, şirketine kayyum atanıp, mal-mülküne el konulunca, Sözcü'ye konuştu: "Birdenbire şu ana kadar birikimlerimin hepsi devlette. Ömür boyu hep uğraştım, çalıştım. Ülkemize komünizm gelmesin diye mücadele de ettim. Komünizm gelmesin diye mücadele etiğim için çok pişmanım. Çünkü komünizme gerek yok. İstedikleri zaman komünizm ilan ediliyor. Malınıza mülkünüze el konuluyor." Hapisteki oğlunun sessizce izlediği bu konuşma, ortalığı pek de karıştırmadı. Hâlbuki mal-mülk -eski Yunan'dan beri- yozlaşmalarına ve güçlü bir kast oluşturmalarına yol açtığı için yöneticilere yasaklı bir şeydi; mala-mülke el koyulması süreci ise bizatihi sermayenin genişleyen yeniden üretiminin kaçınılmaz bir sonucuydu. Ermeni Tehciri, Mübadele, Varlık Vergisi, 6-7 Eylül, AKP iktidarı dönemi boyunca gerçekleştirilen özelleştirmeler, AKP döneminde dev şirketlere kayyum atamalar vd. sermayenin "normal" birikim sürecini temsil ediyordu. 1970'lerde -neye karşı olduğunu muhtemelen hiç bilmeden- "komünizmle mücadele eden" Hasan İmamoğlu, oğluna yönelik malum operasyon sürecinin sonunda nihayet kapitalizmle yüzleşmişti. Şüphesiz bunda, "düşünüp görebilen kimseler için büyük ibretler vardır"

Gezegen için ekolojik bütçe

Gezegen için ekolojik bütçe

Haber Merkezi Toprağımızı Vermiyoruz Platformu üyeleri, bugün Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bütçesine ilişkin, TBMM Dikmen Kapısı önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "İklim krizinin aciliyetine yabancı, doğayı yok sayan, kentleri ve kırsalı sermayenin çıkarlarına teslim eden 2026 bütçesini kabul etmiyor, yaşamı, halkı ve doğayı merkezine alan bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlatıyoruz. Rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz" denildi. Açıklama sırasında "Sermayeye değil halka bütçe", "Betona değil yaşama bütçe", "Ormanlar, nehirler sermaye değiller", "İklimi değil sistemi değiştir", "Toprağımı, ormanımı, suyumu madene vermem", "Havama suyuma toprağıma dokunma" sloganları atıldı. Açıklamayı okuyan Eskişehir Doğa ve Yaşamı Koruma Platformu'ndan Cevat Aydemir, şunları kaydetti: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yarın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi görüşülecek. Sunulan bütçe; iklim krizinin geri dönüşü olmayan eşiklere hızla yaklaştığı, enerji ve maden politikalarıyla doğanın talan edildiği, kentlerin rant odaklı uygulamalarla yaşanmaz hale getirildiği ve toplumun afetlere karşı daha kırılgan bırakıldığı bir dönemde, halkı ve doğayı gözetmeyen, sermaye politikalarının devamını esas alan bir bütçe olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler, doğayı, emeği, kentleri ve yaşamı koruyan; rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz."

Davaya çağrı: Peşini asla bırakmayacağız

Davaya çağrı: Peşini asla bırakmayacağız

Ada Sude ATAK Artvin Arhavi’de bulunan Agara Deresi üzerinde yapılmak istenen Çamlıca 1A Regülatörü ve Hidroelektrik Santralı (HES) projesine karşı iptal istemiyle açılan dava yarın Rize İdare Mahkemesi’nde görülecek. Bölgede mevcut HES'lerden birine 200 metre, diğerlerine ise 2,5 kilometre uzaklıkta bulunan projeye karşı Arhavi halkının ve yaşam savunucularının mücadelesi sürüyor.   Proje kapsamında tünel için patlatmaların yapılacağı bölge, en yakın konuta 50, tarihi Çifteköprü'ye ise yalnızca 200 metre uzaklıkta bulunuyor. Regülatör kurulması planlanan bölge, aynı zamanda orman alanı. “Bu işin peşini bırakmayacağız, gerekirse üst mahkemelere gideceğiz” vurgusu yapan Arhavi Çamlıca Doğa Koruma Platformu sözcüsü Reşat Dindar dava sürecine ilişkin açıklamalar yaptı. Dindar söz konusu proje dışında Agara Deresi ve Durguna Vadisi’nde 3 ayrı HES’in de bulunduğuna dikkat çekti. Dindar şu ifadeleri kullandı: “Biz bu proje sebebiyle üç senedir mücadele veriyoruz. Bu proje dört buçuk kilometre boyunca suyu kanala alıyor. Çifte köprülerin yanında bitiyor. Yüz metre aşağısında ikinci bir HES projesi var Çamlıca 2. O da Kavak'a kadar uzanıyor. Yani bu Durguna Vadisi’ni komple bitiriyor ki bu vadi dediğimiz şu an Doğu Karadeniz'in hemen hemen en uzun kanyonlarından biri. Yarınki mahkeme yalnızca HES davası değil bence. Bu Arhavi'ye yapılan yoğun saldırının başlangıcı. Yani halkın tepkisini ölçüyorlar. Bu madenler ve diğer çalışmalar için bir deneme, bizi deniyorlar. İşin gerçeği bu. Mahkememiz olumsuz da neticelense bizim bu işin peşini bırakmaya hiç niyetimiz yok. İstinafa gideceğiz. Gidebildiğimiz her yere gideceğiz. Direnmeyi de bırakmayacağız. Onları buraya sokmamaya kesinlikle.”

Çiftçilerin yeni mücadele alanı, lojistik merkezleri

Çiftçilerin yeni mücadele alanı, lojistik merkezleri

Geçen hafta Yunanistan’da çiftçiler yolları kapatarak geciken AB destek ödemelerini protesto etmiş, yolsuzluk soruşturması gerekçesiyle tutulduğu söylenen yaklaşık 600 milyon avroluk sübvansiyonun serbest bırakılmasını, vergi borçlarının ertelenmesini ve hayvan hastalıkları ile artan maliyetler karşısında iflastan korunmayı talep etmişlerdi. Fransa’da ise La Via Campesina bileşenleri, Avrupa Parlamentosu’nun AB-Mercosur serbest ticaret anlaşmasını görüştüğü Strasbourg’da bir araya gelerek, bu anlaşmanın Latin Amerika’dan ucuz et ve tarım ürünü ithalatını artırarak Avrupa’daki küçük çiftçileri tasfiye edeceğini, hem de Latin Amerika’daki toplulukların haklarını; çevre ve gıda güvenliği standartlarını zayıflatacağını ve gıda egemenliğini büyük tarım şirketlerinin denetimine bırakacağını vurgulamışlardı. Bu hattın üçüncü durağı, 17 Aralık’ta Belçika’daki Liège havaalanı olacak. La Via Campesina Avrupa Koordinasyonu (ECVC), çiftçilerin bu kez Avrupa’nın başlıca kargo merkezlerinden birine yürüyecek. Çağrının sloganıları şöyle: “AB-Mercosur anlaşmasına hayır”, “Deregulasyona hayır”, “Adil fiyatlara, güçlü piyasa düzenlemesine evet”. Liège havaalanı diğer ülkelerden gelen ürünler için başlıca giriş kapılarından; tam kargo trafiğinde Avrupa’nın ilk sıralarında ve Alibaba’nın lojistik kolu Cainiao tarafından Avrupa için stratejik hub olarak seçilmiş durumda. Yani itiraz, Yunanistan’dan farklı olarak, yalnızca tek bir hükümete değil; serbest ticaret anlaşmaları, piyasa serbestleştirme politikaları ve yeni Ortak Tarım Politikası (OTP)  ile kurulan düzene yöneliyor. ∗∗∗ Öte yandan bu yeni hattın eylem biçimini anlamak açısından Yunanistan’daki fotoğraf önemli. Eylem biçimlerine bakınca, hedeflerin köy veya kent meydanından ülkenin lojistik merkezlerine kaydığını görüyoruz. Atina’da bir bakanlık önünü sembolik olarak işgal etmek yerine, ülkeyi Avrupa’ya bağlayan otoyol ve sınır kapılarını, Girit’te turizm ve ticaret için kritik havaalanını, Volos’ta ise tahıl ihracatı için stratejik bir limanı durdurmanın tercih edildiğini görüyoruz. Bu tercih, tarımın yalnızca üretim alanında değil, ticaret ve lojistik rejimin tam içinde üretilmesine itirazın büyüdüğünü gösteriyor. Fransa ve Belçika’da da benzer bir yönelim var. Hem Strasbourg hem de Brüksel’deki AB-Mercosur protestoları, Avrupa Parlamentosu ve Komisyon binalarına yönelerek serbest ticaret anlaşmasını doğrudan hedef almıştı. Şimdi Liège çağrısında aynı argüman, bir adım ileri taşınıyor. Bu anlaşmalar etrafında büyüyen lojistik altyapı da siyasal hedefe yerleşiyor. ECVC, Avrupa Komisyonu’nun hem serbest ticaret anlaşmalarıyla hem de OTP için önerdiği düzenlemelerle tarımı daha esnek, daha rekabetçi ama daha az düzenlenmiş bir piyasaya itmesine itirazını bu düğüm noktasına taşıyor. Burada iki tartışma kesişiyor. Birincisi, OTP’nin geleceği – bu konuyu başka yazıda ele almak üzere not edelim. İkincisi, serbest ticaret anlaşmaları üzerinden kurulan ticaret rejimi. AB-Mercosur anlaşması, tam da Liège gibi merkezlere akacak ucuz tarım ürünü akışını büyütmeyi hedefleyen bir altyapı olarak okunuyor. Çiftçi örgütleri yalnızca ithalat rekabetine itiraz etmiyor; gıda egemenliğini, çevre ve işçi haklarını, piyasa düzenini aynı sistemin parçaları olarak tartışmaya açıyorlar. Liège, hem ticaretin ve düşük maliyetli hızlı teslimat zincirlerinin hem de serbest ticaret anlaşmalarının somutlaştığı bir lojistik sistemine dönük siyasi müdahalenin mekânı olarak seçiliyor. ∗∗∗ Çiftçiler, serbest ticaret anlaşmaları ve AB bütçe/OTP mimarisi üzerinden şekillenen ticaret rejiminden hesap soran toplumsal aktörler olarak hareket ediyor; bu hesaplaşmayı da giderek daha fazla lojistik altyapının kritik noktalarında yoğunlaştırıyorlar. Bu yüzden Liège çağrısını, Yunanistan’daki havaalanı ve liman blokajlarının, Strasbourg ve Brüksel’deki Mercosur karşıtı yürüyüşlerin devam halkası olarak görmek mümkün. Soru şu: AB tarım ve ticaret politikası, küçük ve orta ölçekli çiftçilerin adil fiyat, gelir güvencesi ve toprağa erişim taleplerini mi merkeze alacak, yoksa lojistik zincirlerin ve serbest ticaret anlaşmalarının rekabetçilik mantığına mı teslim olacak? Çiftçilerin yolları, limanları ve kargo merkezlerini hedef alması, bu sorunun artık masa başında değil, bizzat ticaret rejiminin işlediği düğüm noktalarında tartışılacağını gösteriyor.

Edebiyat dünyasının kalbi fuarda atıyor

Edebiyat dünyasının kalbi fuarda atıyor

Yunis ALAÇAM 42. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı, 21 Aralık’a kadar edebiyatseverleri buluşturuyor. Bugünkü etkinlikler şöyle: • Karadeniz Salonu’nda 15.00’te ‘Gürcistan’ın Ulusal Şairi Dato Magradze Aramızda’ başlıklı söyleşi Dato Magradze’nin katılımıyla gerçekleşecek. Söyleşinin ardından ‘Türk ve Gürcü Şairler Buluşuyor’ etkinliğinde Cem Erdeveciler, Darecani Cilaşvili, Eka Mekeresvili, Halil İbrahim Özcan, Marina Khuchua, Nestan Kharebava, Özgün E. Bulut ve Şenel Gökçe konuşacak. • Marmara Salonu’nda 12.00’de Kronik Çocuk’un düzenlediği ‘Gelincik Neden Kırmızı?’ etkinliğinin konuşmacıları Ayşegül Dede ve Ebru Aktan. • 4. Salon İnteraktif Etkinlik Alanı’nda 14.00’te Büyükçekmece Belediyesi’nin düzenlediği ‘Okur Yazar Buluşması’nda Yalvaç Ural var. • YAZŞADER’in 4. Salon İnteraktif Etkinlik Alanı’nda düzenleyeceği ‘Gökkuşağı Renkler, Dostluk ve Masal Atölyesi’ konulu etkinlikte ise  konuşmacı Sibel Atapek.