Türkiye'de geçici koruma statüsünde bulunan yabancılarla ilgili sağlık uygulamalarında önemli bir değişikliğe gidildi. Resmi Gazete'de yayımlanan düzenlemeye göre, 1 Ocak 2026'dan itibaren bu kapsamdaki yabancılardan, Sosyal Güvenlik Kurumu'nun (SGK) genel sağlık sigortalıları için belirlediği hasta katılım payı alınacak.
İrem Yıldırım Tek adam rejiminin muhalefete yönelik saldırıları artarak sürerken; giderek derinleşen yoksulluk, enflasyon karşısında dayatılan sefalet ücretleri ve kamusal hak gaspları rejimin despotik politikalarının yalnızca siyasal değil aynı zamanda toplumsal alandaki yıkıcı sonuçlarını ortaya koyuyor. Son zamanlarda ülkenin gündemine oturan MESEM’ler, işçi cinayetleri, sendikal alandaki yasaklar gibi emek alanında yaşananlar da bu politikalarla doğrudan ilişkili. Siyasal alanda rejimin yeniden inşa sürecinin emek hareketine ve emekçi halk kesimlerine nasıl yansıdığını, bu koşullarda toplumsal muhalefete düşen görevleri yuvarlak masa etrafında Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, Prof. Dr. Aziz Çelik ve Doç. Dr. Selin Pelek ile konuştuk. SORU: 1 Yeni bir rejimin inşa edilmekte olduğu bu süreçte demokrasi mücadelesi ile emek mücadelesinin ilişkisi nedir? Selin Pelek: Her kapitalist ülkenin bir birikim stratejisi vardır. Bu strateji zaman zaman değişir. Üst makroekonomik politikaya göre bu dönemin öne çıkan karakteristiği ucuz-güvencesiz emek. Bu stratejiyle büyümeye çalışıyorsanız otoriterleşme onunla beraber gitmek zorunda. Ucuz güvencesiz emeğe dayalı birikim rejiminde siz sendikal hakkı serbest bırakamazsınız, bu eşyanın tabiatına aykırı. İş yerlerinde demokratik mücadele, katılımcı yönetim kuramazsınız, illa ki sopa göstermek zorundasınız. Medya, özerk demokratik üniversite, sendika hakkı, bağımsız yargı dahil olmak üzere demokratik kanalları tıkamadan bugünki birikim rejimini sürdüremezsiniz. İşçi mücadelesi nezdinde hak mücadelesi dediğimiz, Cumhuriyetin kazanımları, demokratik mücadele veya laiklik mücadelesi bunlar soyut yurttaşlıkla açıklanacak şeyler değil tam da ekmek mücadelesine içkin şeyler. O yüzden otoriterleşmeye karşı mücadeleyle ekmek mücadelesini birbirinden ayırmamak aksine olabildiğince birleştirerek aktarmak gerektiğini düşünüyorum. Özkan Atar : Türkiye’de AKP iktidarı 20 yılı aşkın süredir, yerli ve yabancı sermaye tekelleri ve iktidar etrafında kümelenmiş yandaş sermaye gruplarıyla birlikte Türkiye’nin doğal kaynaklarını, insanı emeğini sömürerek kaynak transferini en acımasız haliyle sürdürüyor. Sendikal mücadele alanına bakınca sendikal örgütlülük -özel sektörde kayıt dışı çalışmayı da dikkate alırsak- %5’ler düzeyinde. Tamamiyle acımasız bir vahşi kapitalist sömürü ortamı var. Örgütlenme özgürlüğü başta olmak üzere, temel hak ve özgürlükler, toplu iş sözleşmeli sendikalı çalışma ortamına erişimin ve toplumsal hareketi sergileyebilmenin olabildiğince baskılandığı, sistemin her geçen gün otoriterleştiği neredeyse otokrat bir tek adam rejimine dönüştüğü, hukuk devletinden hızla uzaklaşıldığı bir süreç söz konusu. Bununla beraber demokrasinin seçme ve seçilme hakkı da dahil olmak üzere sadece kağıt üzerinde kaldığı temel hak ve özgürlüklere yönelik güvencelerin keyfiyete, yargının ise talimata açık yönlendirmeye döndüğü bir dönemi yaşıyoruz. Bu açıdan Türkiye’de demokrasi ve emek ilişkisine bakınca demokrasi mücadelesinin emek alanını besleyecek şekilde geliştirilmesi ama demokrasinin de yeniden kazanılabilmesi adına emek alanının mücadele sahnesine çıkması çok önemli. Bu ilişki şu an Türkiye’de çok daha önemli bir nitelik taşıyor. Aziz Çelik : Despotik bir rejimle karşı karşıyayız ve bunun emek alanına da yansıdığını düşünüyorum. Demokrasi mücadelesiyle emek mücadelesinin iç içe geçmesi gerekiyor. Sıklıkla ana akım iktisat çevreleri ve özellikle CHP muhalefet ederken sıklıkla şunu vurguluyor; bu yapılanların Türkiye’ye yabancı sermaye getirmeyeceği, uluslararası finans çevrelerinin bundan kaygı duyacağı dile getiriliyor. Ben öyle olmadığını düşünüyorum. Rejimin despotik bir hale gelmesinden kaygı duymuyorlar. Ancak kendileri açısından belirsiz bir hale gelirse kaygı duyarlar. Rejim kendileri açısından belirli olduğu sürece otoriter, totaliter veya “hayırsever monarşi” olmuş, önemi yok. Demokrasinin itici gücünün dışarıda, özellikle yabancı sermayede aranması gibi bir eğilim var. Burada toplumsal muhalefete dönülmesi gerektiğini ve toplumsal muhalefetin en önemli bileşeninin emek hareketi olduğunu düşünüyorum. Demokrasi ve emek mücadelesi açısından en kritik husus, soyut demokrasi taleplerinin ortalama vatandaş ve emek hareketi açısından karşılığının olmayışıdır. Muhalefetin sadece “siyasal” konulara odaklı muhalefet yürütmesi rejimi daha uzun süre var edebiliyor. Muhalefetin biraz sosyalleşmesi, toplumsal, sınıfsal sorunlara odaklanması ve onlara ilişkin alternatif sunması gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca “değerlere” indirgendiği zaman halkın günlük yaşamındaki sorunlara değmeyen bir muhalefet ortaya çıkıyor ve sonuç olarak toplumsallaşamıyor. O yüzden demokrasi mücadelesi ile halkın gündelik sorunları etrafındaki mücadeleyi birleştiren bir hatta ihtiyaç var. Rejimden bıkkınlık var, siyasal muhalefet önemli fakat meydanları dolduran insanlar açısından günlük yaşamın nasıl sürdürülebileceği de önemli. Buna muhalefetin yanıt vermesi gerekiyor. SORU: 2 Çocuk, kadın göçmen, yaşlı gibi toplumun en kolay sömürülebilir kesimlerinin çalışma yaşamlarında giderek derinleşen güvencesizliğin ve yoksulluğun ilişkisini nasıl anlamak gerekir? Selin Pelek : Bu kadar ucuz ve güvencesiz bir emekle hareket ediyorsanız en fazla bedeli ekonomik ve sosyal olarak en alttakiler öder. Bu konuda Türkiye’nin özgün yanları; en altta bulunan göçmen nüfusun yoğunluğu, yaşlı nüfusun hızla artması ve diplomalı işsizlik. En altta kalanlar aynı zamanda üzerlerine birtakım haksız şimşekleri de çeker. Örneğin, ücretlerin düşüklüğünün göçmen işçilerden kaynaklanıyor olduğuna duyulan inanç gibi. Özellikle yaşlı yoksulluğu nevi şahsına münhasır bir alan. Yaşlı olmayan bir kişinin yoksulluktan çıkmaya dair umudu vardır. Ancak yaşlılar için bu umuttan söz etmek mümkün değil. Bu durumda yaşlı yoksulluğuna dair sorumluluğu ya toplumsal olarak üstleneceğiz, giderek hızla yaşlanan ve emekli aylığının düşük olduğu bir toplumda. Ya da bireye yani aileye bırakacağız. Ailenin bu yükü taşıma kapasitesi güvenilebilecek bir şey değil. Buradan kamusal alanı tekrar tariflememiz gerek. AKP dönemiyle bu çok aşındı. Örneğin, bakımevleri kreşler, eğitimdeki özelleşme, devlet sosyal alandan çekildikçe bu sosyal problemlerin ele alınma biçimleri geniş halk kitlelerinin aleyhine doğru ilerliyor. Bu da sorumluluğun özel alana kaymasına neden oluyor. Özel alan bu sorumluluğu kaldıramıyor, eğitim ve sağlık hizmetlerinde bunu gördük. Önümüzdeki mesele ileri yaştaki nüfusun ekonomik durumu meselesi. Sol-sosyalist ya da muhalif strateji için bu tabanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Büyüklük olarak sayıları artıyor ve mücadele olanakları daha çeşitli. Özkan Atar: Türkiye, özellikle son 5 yılı ele alacak olursak; yoksullardan, emekçi halk kitlelerinden sermayeye aktarılan gelir transferinin ve Cumhuriyet tarihinin gelir dağılımındaki adaletsizliğin en yoğun olduğu dönemini yaşıyor. gelir dağılımındaki adaletsizliğin en had safhaya vardığı dönem. Öte yandan Türkiye’de her şey varmış gibi gösteriliyor. Sendikal örgütlenme hakkı, toplu sözleşme özgürlüğü varmış, sendikalaşma artıyormuş, seçme seçilme hakkı varmış gibi yapılıyor. En dezavantajlı durumda olan, bu ekonomik sağanak altında en çok etkilenen kadınlar, göçmenler, emekliler ve aslına bakarsanız genel işsizler etrafında oluşturulabilecek yığınsal bir halk hareketi iktidar üzerinde ciddi etkiler oluşturabilir. Yaptırıma varacak düzeyde sokağı güçlendiren, kesintisiz bir mücadelenin bu bağlamda sürdürülmesi gerekiyor. Aziz Çelik: Muhalefetin odaklanması gereken husus burası. Bölüşüm ilişkilerinin bu kadar felaket bir hale geldiği, yoksullaşmanın bu kadar arttığı bir dönemde toplumsal taleplerin radikal olabileceğini düşünüyorum. Emek hareketini genişleyen bi şekilde ifade etmek gerekir, bi yanda işçi sınıfı işçi hareketinin talepleri öte taraftan toplumun kırılgan kesimlerinin taleplerini dile getirmek onları muhalefetinin bir parçası yapmak çok önem taşıyor. Asgari ücret, iş cinayetleri, MESEM gibi meselelerin birleşmesi gerektiğini düşünüyorum. Esas soru şu, toplumda kırılgan kesimler dediğimiz kesimlerin bu kadar büyümesi ve ciddi biçimde yoksullaşması, eşitsizliğin derinleşmesine rağmen rejim nasıl toplumsal meşruiyetini devam ettirebiliyor? Genel olarak baktığımızda ciddi bir bölüşüm krizinden söz etmek mümkün. Fakat insanlar bölüşüm krizine karşı sınıfın ne aldığıyla değil kendi geçmişleriyle bugünlerini karşılaştırarak bakıyorlar bu tartışmaya. AKP’nin nispeten refah sağladığı 2016-2017’ye kadar insanların kendi geçmişlerine baktığında reel artışları görebildiği ve özellikle sosyal yardımlarla başardıkları bu bolluğun artık bittiğini düşünüyorum. Bunun rejim açısından ciddi bir eşik olduğu kanaatindeyim. Bunu tekrar sağlayamayacaklarının farkındalar. Aksi durumda hemen seçime gideceklerini düşünüyorum. Dolayısıyla bunun yarattığı öfkeden ciddi biçimde çekiniyolar. Türkiye’de hep boş tencerenin hükümet yıkmadığı iddia edilir. Kritik aşamalarda boş tencerenin iktidar değiştirdiğini düşünüyorum. Mesela 1990-1991’de 12 Eylül’ün yaratmış olduğu yoksullaşmaya çok ciddi bir tepki oldu ve nihayetinde iktidar değişti. Aynı durum 2001 krizinde de yaşandı. 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde vatandaş tekrar bunun tepkisini gösterdi ama başka siyasal faktörlerle bu tepki dönüşemedi. 2023 seçimleri öncesinde tekrar biraz kaynak dağıttılar ve onun artık sürdürülemez olduğunu düşünerek Mehmet Şimşek’i çağırdılar. Dolayısıyla siyasal iktidarın geçmişteki toplumsal desteği önemli ölçüde aşındı ve bunun tekrar yerine konması giderek zorlaşıyor. Öte yandan yoksulluk ve eşitsizlik AKP döneminde itiraz değil itaat yarattı. Yoksulluğun, eşitsizliğin itiraz üretebileceği bir hatta ihtiyaç var. Vatandaşın taleplerinin karşılığının, kaynaklarının olduğuna inandırabilmek gerekir. Ekonomi politikaları ve sosyal politikaları açısından kamucu bir hatta yeniden ve kuvvetli biçimde ihtiyaç var. SORU: 3 Sendikalara ve toplumsal muhalefetin bütününe düşen görevler nelerdir? Selin Pelek : Ana akım iktisat anlayışı iktisadi anlamda başarılı değil, sürekli kriz üretti ama bir tipoloji yaratmakta başarılı oldu. Örneğin, şu an muhalif olanlar bile sosyal güvenlik sistemi niye zarar etsin der. Ya da “sosyal sigorta zarar eder mi etmez mi?” Şirket değil ki sağlık sistemi, neden kar etmek zorunda… Aynı şekilde “eğitim meslek öğretmiyor” diyerek sermayeye çocuk işçi yetiştirme projesi yarattılar. Bu doğru gibi gözüken yanlışlardan başlamak gerek belki. Asgari ücreti bir asgari ücret gibi değil ortalama ücret gibi tartışıyoruz. Dolayısıyla asgari ücreti, sosyal güvenlik ve emeklilik sistemini, kamusal taleplerin bütününü tekrar yerli yerine koymanın mücadelesini vermemiz gerekiyor. Sınıfsal bir tercih manzumesi olan bütçe için daha fazla ses çıkarmamız gerekiyor. İktidarın her alandaki baskısı, sosyalist hareketin artık bulunmadığı mahallelerde tarikatların yayıldığı gerçeği, sendikaların üstündeki örgütlenme baskısı, bunların tümü muhakkak. Ancak tabanın cesaretini düşünmek gerek. Bunu 19 Mart’ta gördük, bu kadar hegemonyaya rağmen hala git gide büyüyen bir potansiyel var. Muhalefetin bütününün seslenme araçlarındaki problemlere odaklanması ve orayı geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. Özkan Atar : 2026 yılının bütçe tartışmaları bir taraftan sürüyor, öte yandan asgari ücret belirlenmesi, metal iş kolunun toplu iş sözleşmesi ki bunlar kritik virajlar, öncesine bakacak olursak ağustosta 6,5 milyona yakın memur ve memur emeklisine toplu sözleşme adı altındaki sefalet dayatması… Aslına bakarsanız ekonomik anlamda toplumsal bir mücadele ihtiyacı elzem olmasına rağmen bu hayata geçirilemiyor. Sendikalar ve emek örgütleri de bir ölçüde bu “-mış gibi” sürecinin içerisine dahil oluyor. Kamu sözleşmelerinin Türk İş ve Hak İş tarafından yürütülen sürecinde grev yasaklamalarıyla birlikte sanki adil bir toplu iş sözleşmesi yapılmış ve sendikal haklar alınmış gibi bir süreç toplumun önüne çıkarıldı. Halbuki işçilerin görüşleri alınmış, onay mekanizmaları işletilmiş olsa ortaya çıkarılan sözleşmelerin son derece sorunlu olduğu ve gelir dağılımındaki adaleti sağlamaktan uzak olduğunu görebiliriz. Mücadele örgütlerinde bir özgüven eksikliği olduğunu tespit etmek lazım. Bunun yanı sıra birlikte iş yapma, mücadele etme kültürü emek örgütleri ve mücadele örgütleri açısından olması gereken noktada değil. En başta örgütsüzlük var, bunun ceberrut devlet anlayışının ortaya koymuş olduğu baskılardan ve dolayısıyla bazı mücadelelerden geri durmadan kaynaklandığını söyleyebiliriz. Emek örgütleri açısından sermaye ve devlet güdümlü ana eğilim ve karakteristik yapının olduğunun da altını çizmek istiyorum. Toplumun dinamik kesimlerinin üretimden gelen gücünü içine katan güçlü bir hareketin ortaya çıkması sergilenmesi bugün kaçınılmaz. Asgari ücret özelinde bakacak olursak Türk İş o masada olmayacağını ifade ediyor ama kuralları belirlenerek emekten yana sonuç yaratabilecek biçimde bu alan zorlanmalı. Genel anlamda ise toplumsal muhalefet açısından, bugün özellikle barınma hakkının, sağlıklı gıdaya ulaşım ve işsizliğin %20’yi aştığı noktada çalışma hakkının, kamusal eğitim ve sağlık hakkının, 2026 OVP’de yer alan tamamlayıcı emeklilik sistemine karşı sosyal güvenlik hakkının somut bir programla öne çıkarılması ve sonuç odaklı kesintisiz bir mücadele yürütülmesi gerekiyor. Aziz Çelik: Bunun en hayati meselelerden biri olduğunu düşünüyorum. Örgütlü emek mücadelesi ile demokrasi mücadelesi arasında bağlantının kopması ve emek mücadelesinin siyasal alanda bir özne olmaktan çıkması. AKP iktidarının özellikle 2010 sonrasında ciddi biçimde emek alanında tahakkümleri gelişti. Oldukça sınırlı ve parçalanmış bir örgütlü kesim var ve emek hareketinin ana gövdesi büyük ölçüde AKP tarafından belirleniyor ve yönetiliyor. Dolayısıyla emek hareketinin 90’larda 2000’ler başında kazanmış olduğu görece özerk tutum yani ve mücadele kapasitesini Tekel Direnişi ardından dağıttılar ve büyük ölçüde iktidarın güdümüne aldılar. Ana akım emek hareketi için söylüyorum bunu. Farklı konfederasyonlar 90’larda birlikte hareket edebiliyorlardı. 2010’a kadar olan dönemde de emek platformu çerçevesinde çok farklı eğilimlere sahip emek ve meslek örgütleri bir araya gelip ortak eylemler yapabiliyorlardı. İktidarın sendikal hareketin önemli bi bölümünü kontrol eder hale gelişi yasal düzenlemelerle, çeşitli politikalarla ve kimi zaman sendikalara kişisel ilişkilerle içten müdahale ederek gerçekleşti. Bunun sonucunda örgütlü emek hareketi ciddi biçimde zaafa uğradı. Örneğin şu an vergi konuşulurken bunun etrafında ortak hareket edebilecek örgütlü emek yok. Sendikal hareketin alameti farikası nerede olursa olsun var olan hükümete karşı laf söyleyebiliyor olmasıydı. Artık hükümet kontrolündeki sendikalar ses çıkartırlarsa özellikle kamudaki örgütlülüklerinin gideceğinden korkuyorlar. Öte yandan sınıfın milliyetçi muhafazakar yönde değişen siyasal davranışı sol ve sosyalist hareketlerin emek hareketi içerisindeki kapasitesini önemli ölçüde yitirmesine neden oldu. Şöyle bir tablo var, 16 bin 800 lira en düşük emekli aylığı, 20 bin lira ortalama emekli aylığı, 22 bin 100 lira civarı bir asgari ücret. Bundan daha çıplak ne olabilir? Bütün bunları aşmaya çalışan birleşik bir emek+emekliler hareketi yaratmaya çalışmak lazım. Bunun için yeterince ortak paydanın olduğunu düşünüyorum. Çok basit ve çok sıradan ortaklaştırabilcek temel paydaları beslemek ve güçlendirmek hakikaten birleşik ortak bi muhalefet hareketi yaratmaya ihtiyaç var. Sosyal karşılığı olmadığı sürece çeşitli politik örgütlerin ittifak denemesine dönüyor ve toplumsal karşılığı olmuyor. Özkan Atar: Yeni bir yıla, 2026’ya doğru gidiyorken, umudumuzu büyütmeyi önümüze koyuyoruz. 2025’in başlarında grev yasaklarına karşı işçi sınıfının fiili grevlerle temel anayasal haklarına sahip çıkışı, sermaye iktidarına ve Türkiye’nin en güçlü sermaye örgütü MESS’e karşı meydan okuyan başkaldırısı sonucunda başarılı sonuçlar elde etti. 19 Mart’ta toplumsal temel hakların yasaklanmasına ve adeta bir sıkıyönetim ilanına karşı başta gençlerin ve tüm Türkiye genelinde ortaya konulan fiili mücadeleler bizim umudumuzu büyütüyor. 2026’da da iş cinayetlerine, vahşi kapitalist politikalara, gençlerin geleceksizliğe mahkum edilmesine karşı başta işçi sınıfı olmak üzere demokrasimizi yeniden kazanmak için mücadelemize devam edeceğiz. Kazanacağımıza inanıyoruz.
DSİ 10. Bölge Müdürlüğünün Resmi Gazete'de yayımlanan ilanına göre; Diyarbakır ve Mardin'deki bazı taşınmazlar satılacak.
Mülkiyeti tam veya hisseli olarak Devlet Su İşlerine (DSİ) ait Diyarbakır ve Mardin'deki bazı taşınmazlar satılacak.
Meteoroloji’nin son tahminlerine göre yurdun birçok bölgesinde yağmur ve sağanak etkili olacak, yüksek ve iç kesimlerde kar görülecek. Doğu Karadeniz’de rüzgârın 60 km hıza ulaşması beklenirken, sis ve pus ulaşımı olumsuz etkileyebilir.
Nevşin Mengü yazdı: Geride bıraktığımız haftayı futbolda şike ve bahis konuşarak kapatıyoruz. Futbolu seven, kendini bir takıma ait hisseden, samimi taraftar, sportmen pek çoklarınızın eminim midesi bulanmıştır. Ben size şimdi hepinizin midesini daha da bulandıracak savaş ve
Adana'da park halindeki otomobilde meydana gelen patlama sonrası çıkan yangında, araçta bulunan İsmail Hakkı Doğan hayatını kaybetti.
ABD Başkanı Donald Trump, Suriye'de Amerikan askerlerini hedef alan saldırıya ilişkin açıklamada bulundu.
Ankara'nın Yenimahalle, Keçiören ve Kahramankazan ilçelerinde farklı tarihlerde meydana gelen otomobil hırsızlığına ilişkin düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 2 şüpheli, çıkarıldıkları mahkemece tutuklandı.
Google arama motoruna "67" yazan kullanıcılar ekranın bir anda sallandığını görünce şaşkınlık yaşıyor. Sosyal medyada viral olan bu durumun bir hata mı yoksa virüs mü olduğu merak konusu. Peki, Google 67 yazınca neden sallanıyor? İşte herkesin merak ettiği o gizli sürprizin ve "6-7" akımının hikayesi.
Borsa İstanbul'da yeni hafta açılışına geri sayım sürerken, yatırımcılar hisslerin son performanslarını araştırıyor. İşte geçen hafta en çok kazandıran ve kaybettiren hisseler...
Ticaret Bakanlığı, dahilde işleme rejimi kapsamında kasımda 502 firma için izin belgesi düzenledi.
Galatasaray, Süper Lig'de Antalyaspor ile karşı karşıya geldi. Sarı kırmızılılar maçtan 4-1'lik galibiyetle ayrıldı. Galatasaray'ın Antalyaspor galibiyetini Hürriyet Spor yazarları değrerlendirdi. İşte o yazılar...
Türkiye'de tekstil ve hazır giyim sektör son yılların en derin krizlerinden birini yaşıyor. Yüzlerce firma üretimi durdurdu, 300’e yakın şirket konkordato ilan etti. Sektörde istihdam kaybı 300 bine yaklaşırken, ihracat ise artan maliyetler ve küresel rekabet baskısı nedeniyle ciddi biçimde geriledi. İstanbul'da tekstilin kalbi olarak bilinen Merter, Laleli ve Osmanbey'de de mağazalar kepenk indirdi. İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Başkanı Ahmet Öksüz ise sektörün geleceği için yeni bir yol haritasına ihtiyaç olduğunu söyledi.