Gezegen için ekolojik bütçe

Gezegen için ekolojik bütçe

Haber Merkezi Toprağımızı Vermiyoruz Platformu üyeleri, bugün Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bütçesine ilişkin, TBMM Dikmen Kapısı önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "İklim krizinin aciliyetine yabancı, doğayı yok sayan, kentleri ve kırsalı sermayenin çıkarlarına teslim eden 2026 bütçesini kabul etmiyor, yaşamı, halkı ve doğayı merkezine alan bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlatıyoruz. Rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz" denildi. Açıklama sırasında "Sermayeye değil halka bütçe", "Betona değil yaşama bütçe", "Ormanlar, nehirler sermaye değiller", "İklimi değil sistemi değiştir", "Toprağımı, ormanımı, suyumu madene vermem", "Havama suyuma toprağıma dokunma" sloganları atıldı. Açıklamayı okuyan Eskişehir Doğa ve Yaşamı Koruma Platformu'ndan Cevat Aydemir, şunları kaydetti: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yarın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi görüşülecek. Sunulan bütçe; iklim krizinin geri dönüşü olmayan eşiklere hızla yaklaştığı, enerji ve maden politikalarıyla doğanın talan edildiği, kentlerin rant odaklı uygulamalarla yaşanmaz hale getirildiği ve toplumun afetlere karşı daha kırılgan bırakıldığı bir dönemde, halkı ve doğayı gözetmeyen, sermaye politikalarının devamını esas alan bir bütçe olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler, doğayı, emeği, kentleri ve yaşamı koruyan; rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz."

Gezegen için ekolojik bütçe

Gezegen için ekolojik bütçe

Haber Merkezi Toprağımızı Vermiyoruz Platformu üyeleri, bugün Meclis Genel Kurulu'nda görüşülecek Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın bütçesine ilişkin, TBMM Dikmen Kapısı önünde açıklama yaptı. Açıklamada, "İklim krizinin aciliyetine yabancı, doğayı yok sayan, kentleri ve kırsalı sermayenin çıkarlarına teslim eden 2026 bütçesini kabul etmiyor, yaşamı, halkı ve doğayı merkezine alan bir bütçenin mümkün olduğunu hatırlatıyoruz. Rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz" denildi. Açıklama sırasında "Sermayeye değil halka bütçe", "Betona değil yaşama bütçe", "Ormanlar, nehirler sermaye değiller", "İklimi değil sistemi değiştir", "Toprağımı, ormanımı, suyumu madene vermem", "Havama suyuma toprağıma dokunma" sloganları atıldı. Açıklamayı okuyan Eskişehir Doğa ve Yaşamı Koruma Platformu'ndan Cevat Aydemir, şunları kaydetti: "Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda yarın Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın 2026 yılı bütçesi görüşülecek. Sunulan bütçe; iklim krizinin geri dönüşü olmayan eşiklere hızla yaklaştığı, enerji ve maden politikalarıyla doğanın talan edildiği, kentlerin rant odaklı uygulamalarla yaşanmaz hale getirildiği ve toplumun afetlere karşı daha kırılgan bırakıldığı bir dönemde, halkı ve doğayı gözetmeyen, sermaye politikalarının devamını esas alan bir bütçe olarak karşımıza çıkmaktadır. Bizler, doğayı, emeği, kentleri ve yaşamı koruyan; rantı değil, toplumsal adaleti önceleyen bir ekolojik bütçe için herkesi tarihi sorumluluğu üstlenmeye davet ediyoruz."

Sessizlik adaleti geciktiriyor

Sessizlik adaleti geciktiriyor

Çevre örgütleri ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) adına Hakan Tosun cinayetine ilişkin Adalet Bakanlığı önünde yapılan açıklamada, "Bugün hâlâ aynı noktadayız: Devlet susuyor, adalet gecikiyor, Hakan Tosun’a ne olduğu ise 63 gündür karanlıkta bırakılıyor" denildi. Toprağımızı Vermiyoruz Kampanyası bileşenleri Ekoloji Birliği, İklim Adaleti Koalisyonu, Türkiye Çevre Platformu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), katlinin üzerinden yaklaşık 2 ay geçen gazeteci Hakan Tosun'un ölümüne ilişkin etkin soruşturma yürütülmesi talebiyle Adalet Bakanlığı önünde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, soruşturmanın karanlık kalan bazı yönleri şu sorularla hatırlatıldı: "Kamuoyuna yansıyan olay yeri görüntüleri ile ilgili sorular henüz neden yanıtlanmamıştır? Söz konusu kişilerden bazılarının serbest olmaları ve sosyal medyada silahlı şekilde ‘çete’ ile ‘infaz timi’ etiketleri altında paylaşım yapmaları hangi gerekçeyle açıklanabilir? Karakol soruşturma görevinin gereklerini eksiksiz, tarafsız ve şeffaf biçimde yerine getirdi mi? Savcı tarafından haklarında gözaltı emri çıkarılan cinayet faili iki kişi neden karakoldan telefonla aranarak karakola 'davet' edildi? Karakol polisleri ile failler ve/veya yakınları arasında aynı semtte bulunan bir lokantada görüşme oldu mu? Polisin elinde bulunan görüntülerin tamamı 'kesintisiz' biçimde savcıya teslim edildi mi ve Hakan Tosun’un avukatlarına verildi mi? İçişleri Bakanlığı’nın 'müfettiş görevlendirildi' açıklamasından sonra ne oldu?" 63 GÜNDÜR YANIT YOK "Bu dosyada karanlıkta kalanlar bir aksaklık mıdır, soruşturmanın önüne çekilmiş görünmez bir setin işareti midir?" dinilen açıklamada, "Bu sorular yanıt bekliyor. Hala aynı soruyu soruyoruz: Hakan Tosun neden ve nasıl öldürüldü? Failleri kim ya da kimler? Bugün hâlâ aynı noktadayız: Devlet susuyor, adalet gecikiyor, Hakan Tosun’a ne olduğu ise 63 gündür karanlıkta bırakılıyor. Biz hâlâ aynı soruyu soruyoruz: Hakan Tosun’a ne oldu? Bu sorunun cevabı verilene kadar, sorumlular yargı önüne çıkarılana kadar, soruşturma üzerindeki tüm gölgeler kalkana kadar susmayacağız. Bu dosya kapatılmayacak. Adalet sağlanıncaya kadar takipçisi olacağız" ifadeleri kullanıldı.

11 yıl oldu, sanık polis hâlâ firari

11 yıl oldu, sanık polis hâlâ firari

Haber Merkezi Şırnak’ın Cizre ilçesinde 14 Ocak 2015'te 12 yaşındaki Nihat Kazanhan'ı katleden ve 2 yıl 7 aydır kırmızı bültenle aranan özel harekat polisi Mehmet Nurbaki Göçmez'in yeniden yargılandığı davanın 14'üncü duruşması görüldü. Cizre 1'inci Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmaya Kazanhan ailesi ve aile avukatları katıldı. Önceki duruşmalarda sanık Mehmet Nuri Göçmez'in telefonunu kullandığı HTS kayıtlarından tespit edilen, dinlenmesi kararı alınan ve zorla duruşmaya getirilme kararı verilen Serkan Kızıldemir isimli tanık duruşmaya katılmadı. Heyet değişikliğinin yaşandığı dosyada, hakkında kırmızı bültenle yakalama kararı çıkartılan sanık Mehmet Nuri Göçmez'in yakalanamadığı belirtildi. Mahkemenin sanık hakkında yakalama kararı bulunduğu sırada telefonunu kullandığı Serkan Kızıldemir'in duruşmaya zorla getirilmesini istediği emniyet müdürlüğü, mahkemeye yanıt vermedi. Duruşmada, söz verilen Kazanhan'ın babası Mehmet Emin Kazanhan, önceki beyanlarını tekrarlayarak, sanığın yakalanmasını talep etti. Ailenin avukatı Osman Cingöz'de önceki beyanları tekrarlayarak, sanığın tutuklanması ve cezalandırılmasını talep etti. Dosya savcısı ise eksik hususlarının giderilmesi ve kırmızı bülten kararının infazını beklemesini talep etti. Mahkeme heyeti, kırmızı bülten kararının infazının beklemesine karar vererek, duruşmayı 13 Mart 2026'ya erteledi.

Kuzey Kore’den Silivri’ye

Kuzey Kore’den Silivri’ye

Herhangi bir kişi size sinirlenir, birkaç cümlelik e-posta yazar, gönder tuşuna basar ve tutuklanırsınız… Bu kadar kolay mı? Bu işler böyle mi yürüyor? ÇHD’li Avukat Naim Eminoğlu, 6 Şubat depremlerinin mağdurlarının, iş cinayetinde hayatını kaybedenlerin ailelerinin müdafii. Son konuşmasında 11. Yargı Paketini şöyle eleştirdi: “Bugün Cumhurbaşkanına hakaretten bir gün ceza alsanız o bir günü yatıyorsunuz, af maf edilmiyorsunuz. Ama 50 bin kişiyi öldürünce işte bu kapsama giriyorsunuz. Böyle bir yasa bu…” Hakkında 50’den fazla davası olan müteahhitin bu yasayla serbest kalabileceğini açıklamıştı. Son konuşması diyorum çünkü hemen ardından gözaltına alınıp tutuklandı. Neden? Bir kişi 14 Ekim’de Emniyet Genel Müdürlüğüne e-posta atmış, Naim’in devleti kötülediğini yazmış: “Bir ihbarda bulunmak istiyorum. Adını Naim Feyzullah Eminoğlu olarak biliyorum. Kayseri’de FETÖ’nün okulu Melikşah Üniversitesi’nde hukuk okudu. FETÖ’nün evlerinde, yurtlarında kaldı. Ama hala avukatlık yapıyor İstanbul’da. Hala FETÖ’yü öven ve devleti kötüleyen söylemlerde bulunuyor, bu insanlar adaletin, yargının içine sızlamaya çalışıyor. Ben vatanını milletini seven bir vatandaş olarak bunların önünün kesilmesini istiyorum.” ‘BÜYÜK BİR AŞAĞILAMA’ Hemen araştırma başlatılmış, Melikşah Üniversitesinde okuduğu tespit edilmiş?.. Ardından FETÖ/PDY kapsamında hakkında işlem yapılan veya ByLock kaydı bulunan kişilerle telefonda görüştüğü de… Naim bu iddiaya karşılık, 2024 yılında dört kez baz sinyali tespit edilen yerin hapishane olduğunu, avukat olarak görüşe gittiği cezaevinden baz kaydı tespit edilmesinin normal olduğunu, diğer görüşmelerin de bazılarının avukat olduğunu bazılarının da kendisine hukuki görüş soranların aramaları olabileceğini söyledi: “Sol görüşlü biriyim, bu nedenle bu suçlama inancıma, değerlerime karşı çok büyük bir aşağılamadır.” ‘BENİ SEVMEYEN ÇOKTUR’ Avukat Eminoğlu, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliğindeki sorgusunda ayrıca, kimlik bilgileri bilinmeyen kişinin ihbarına şaşırmadığını söyledi: “Maraş’taki depremden sonra toplumsal davaları takip ettim. Müteahhitlerin hepsi salıverildi. Bu ihbarı bu şahıslardan biri yapmış olabilir. Gayrettepe’deki yangında hayatını kaybeden 29 işçinin avukatıyım. Soma’da 301 madencinin, Amasra’da 42 madencinin avukatlığını yaptım. Çorlu tren katliamı davasında, Bolu otel katliamı davasında avukatlık yaptım. Birçok sosyal olayda avukatlık yaptım, bu nedenle beni sevmeyen çoktur. Bu ihbarı bu davalara baktığım için rahatsız olan kişiler yapmış olabilir. İhbarı yapan şahsın açık kimlik bilgileri belli olmadığı için dikkate alınmamalıdır.” İhbarın yapıldığı tarih, Amasra’da 42 madencinin hayatını kaybettiği iş cinayetinin 3. Yıldönümüne denk geliyor. O ihbar dikkate alındı, Naim şu anda Silivri Cezaevinde. Bu kadar kolay mıymış? YARGI MÜCADELESİ Naim ile ilgili ilk haberimi 2019 yılında yapmışım. Daha öğrenciyken, 2015 yılında ÇHD’ye üye olan Naim, Ankara Barosu’nda stajyerken, 12 Ekim 2017’de tutuklanmış, bana yazdığı mektubunda aynı hapishanede oldukları müvekkilinin tahliyesini haber vermişti: “Dört duvar arasında da olsak avukatlık yapmaya devam ediyoruz.” Kendi davasıyla ilgili de şunları yazmıştı: “15 aydır tutuklu olmama sebep olan ‘büyük suçum’ ne? Dosyada ifade veren gizli tanık 2017 yılında Kuzey Kore’ye gittiğini söylüyor. Evet, Kuzey Kore Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucu başkanının 100. doğum günü etkinliklerine katılmak üzere gittim. Gizli tanık, benim yasal pasaportumla, elçilikten aldığım vizeyle gittiğim ziyareti suç gibi gösteriyor.” Aralık 2019’da tahliye edildi, stajını 3 yıllık gecikmeyle tamamladı ama süreç bitmedi. Mayıs 2021’de avukatlık yapmaya başlayan Naim’in ruhsatı, bu “Kuzey Kore” dosyası nedeniyle, Adalet Bakanlığı’nın açtığı dava sonucu Eylül 2021’de iptal edildi. Avukatlık ruhsatını almak için de bir yargı mücadelesi verdi. ‘KEŞKE ZENGİN OLSAYDIM’ Bu mücadeleye alışkın, hikayesi, daha üniversite öğrencisiyken “parasız eğitim” sloganı attığı için gözaltına alınmasıyla başlamıştı. Hikayenin en başını da sorgusunda şöyle anlattı: “2011 yılında babamı kaybettim, hiçbir gelirimiz yoktu, ekonomik olarak kötü durumdaydım. Melikşah Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Aslında Ankara Hukuk Fakültesi’ne girebiliyordum, ekonomik durumum kötü olduğu için buraya gidemedim ve 2012 yılında Melikşah Üniversitesi’ne gittim, Türkiye 2 bin 46’ncısıydım. Üniversiteye gittiğimizde bize üniversitenin evleri ve yurdu olduğunu söylediler, üç ay evde kaldım, örgüt evi olduğunu bilmiyordum. Üniversitenin de örgüt üniversitesi olduğunu bilmiyordum. Keşke zengin olsaydım da Ankara Hukuk’a gitseydim.” Yoksul halk çocuklarını dert edinen bir halk çocuğunun bugüne kadarki hikayesi böyle. Devamını Silivri’den çıktıktan sonra kendisi yazacak.

Amiral gemisinde şalter iniyor

Amiral gemisinde şalter iniyor

Volkswagen, bugün 88 yıllık tarihinde ilk kez Almanya’daki bir fabrikasını kapatacak. Çinli üreticilerle rekabet, Avrupa pazarındaki düşen talep ve elektrikli araçların beklenenden daha yavaş benimsenmesi sorunlarıyla mücadele için önlemler alan Volkswagen, 2024’te Almanya’da 35 bin kişiyi işten çıkarmak ve kapasite azaltmak için iş konseyi ve sendikayla anlaşmaya varmıştı. Anlaşma kapsamında, Dresden’de Volkswagen’in araç üretimi bu yılın sonuna kadar durdurulacaktı. Bu kapsamda, Volkswagen, bugün, Dresden tesisindeki araç üretimini durduracak. Volkswagen’in Dresden fabrikası, 2002’de üretime başladığından beri 200 binden az araç üretti. Firma, Dresden fabrikasını, o dönemde şirketin yeteneklerini sergileyen bir "amiral gemisi" olarak konumlandırmıştı. İlk olarak Phaeton, ardından ID.3 burada üretildi. Ancak, her iki model de Volkswagen’in başarısına katkıda bulunamadı.

Solcular tartışır, sağcılar hapse atar

Solcular tartışır, sağcılar hapse atar

Enver Aysever’in tutuklanmasına gerekçe yapılan sözleri biliyoruz: Sağcılığın vicdanla kurduğu ilişkiye dair sert, bilinçli ve kışkırtıcı bir ideolojik eleştiri. Ne bir çağrı var ne örgütlenme ne de fiile dönüşmüş bir tehdit. Buna rağmen devreye sokulan yasa maddesi Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi oldu. O maddeyi olduğu gibi alıntılayalım; çünkü bu ülkede tartışma ancak metinle yüzleşildiğinde mümkün. TCK 216/1: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şimdi bu maddeye soğukkanlı, hukuki ve akli biçimde bakalım. Yani bu ülkede yargı mekanizmasının çok uzun zamandır yapmadığı gibi. Bir: Maddede sayılan “korunan kategoriler” sınırlı. Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge. “Sağcılar” bu listede yok. Sağcılık bir etnik köken değil. Bir inanç değil. Bir mezhep değil. Bir coğrafi aidiyet değil. Bir ideolojik tercih. İdeolojiler hukuken eleştirilebilir, aşağılanabilir, sert biçimde hedef alınabilir. Ceza hukuku ideolojileri korumaz; insanları korur. Daha ilk cümlede suçun maddi unsuru çökmüş durumda. İki: Madde yalnızca bir söz söylenmesini yeterli görmüyor. Açıkça bir şart daha koyuyor: “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması.” Bu, ceza hukukunun en yüksek eşiklerinden biri. Somut, ölçülebilir, yakın bir risk aranıyor. Enver Aysever’in sözleri sonrasında nerede bir saldırı yaşanmış? Nerede bir linç olmuş? Hangi kamu düzeni bozulmuş? Bunların cevabı yok. Ortada bir tehlike yok. Yalnızca rahatsız olanlar var. Rahatsızlık ise ceza hukukunun konusu değil. Hukuk, insanların incinme eşiğini değil, toplumsal barışı korur. Üç: Madde “halkın bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine” tahrikten söz ediyor. Aysever’in sözlerinde böyle bir yönlendirme var mı? Kime deniyor “şuna karşı harekete geçin” diye? Kim hedef gösterilmiş? Yapılan şey, bir ideolojiye yönelik ahlaki ve politik bir yargının açıkça dile getirilmesi. Bu, düşünce özgürlüğünün çekirdeği. Aksi kabul edilirse, ideoloji eleştirisinin tamamı suç kapsamına girer. O noktada artık hukuktan değil, kutsal ideolojiler rejiminden söz ederiz. ZAYIF NOKTASI Düşünce iktidarları rahatsız eder çünkü kontrol edilemez. Bedeni hapsedebilirsiniz, sesi kısabilirsiniz, kürsüyü susturabilirsiniz; ama düşüncenin kendisi elinizden kaçar. Bu yüzden otoriter refleksler her zaman düşünceyi eylem gibi göstermeye çalışır. Sözü fiil, eleştiriyi tehdit, fikri suç olarak kodlar. Çünkü düşünce itaat üretmez; sorgulama üretir. Sorgulama ise her hiyerarşinin en zayıf olduğu yer. Dünya tarihi bu refleksin örnekleriyle dolu. Kilisenin otoritesini sorgulayan Galileo, evrenle ilgili söyledikleri yüzünden yargılandı. Giordano Bruno, Tanrı ve insan aklı üzerine düşündükleri için yakıldı. Aydınlanma düşünürleri “ahlakı bozmak” ve “toplumsal düzeni tehdit etmek” suçlamalarıyla kovuşturuldu. 20. yüzyılda faşizmi eleştirenler susturuldu, kapitalizmi eleştirenler devlet düşmanı ilan edildi. McCarthy döneminde Amerika’da sol düşünceye sahip olmak fiili bir suçmuş gibi soruşturuldu; insanlar yalnızca fikirleri nedeniyle mesleklerinden edildi, hapsedildi, sürgüne zorlandı. Avrupa’da Nazizm, ideoloji eleştirisini “halkı kışkırtma” olarak tanımlayıp milyonları susturdu. Her örnekte ortak nokta aynı: Düşünce eylem yerine kondu ve cezalandırıldı. Bugün bu tabloyu yalnızca dünya tarihine bakarak okumak da yetmiyor. Şu anda bu ülkede çok sayıda insan, herhangi bir fiil işlemediği hâlde, yalnızca düşündüğü, yazdığı, konuştuğu için cezaevinde. Cezaevleri dolu. Suçsuz mahkumlar ülkesiyiz. Öyle bir noktaya gelindi ki şimdi af konuşuluyor. Katili, hırsızı, gaspçıyı dışarı çıkarma hazırlığı yapılıyor. Gerekçe basit: Cezaevlerinde yer kalmadı. Yer açmak gerekiyor. Ve bu yerin, düşünenlere ayrılması isteniyor. Hukuk, fiil işleyeni salıp düşünce üreteni içeride tutan tuhaf bir düzene evrilmiş durumda. Bu, çok uzun zamandır böyle! Af burada bir merhamet meselesi değil; bir yer açma operasyonu. Şiddete, suça, fiile pek güzel bir hoşgörü tasarlanıyor. Söze, fikre, eleştiriye ise düşmanlık ve düşmanlaştırma var. Cezaevleri katillerden boşaltılıp düşünenlerle doldurulmak isteniyorsa, ortada artık adalet değil, açık bir tercih var. Ve bu tercih, düzenin en çok neden korktuğunun tekrar altını çiziyor: Suçtan değil, düşünceden. İLK REFLEKS Çünkü sağ ideolojiler tartışmayı sevmez. Tartışma eşitlik varsayar. Oysa sağ, hiyerarşiyle ayakta durur. Biri konuşur, diğeri dinler; biri buyurur, diğeri uyar. Bu yüzden sağ için tartışma bir risk, itaat ise güvenli alan. İkna edemediği yerde yasayı, yasayla susturamadığı yerde cezayı devreye sokar. Hapis, bu nedenle son çare değil; ilk refleks. Aysever’in sözlerine TCK 216’ya göre bakıldığında tablo net: Korunan bir grup yok. Açık ve yakın bir tehlike yok. Tahrik yok. Yani; suç yok! Buna rağmen tutuklama var. İşte “komedi karar” dediğimiz yer tam burası. Ceza hukuku, düşünceleri tartışmayı beceremeyenlerin elinde oyuncak hâline getirilmiş durumda. Oysa hukuk, düşüncenin değil; şiddetin, zorun ve fiilin karşısında durmak için var. Düşünceyi cezalandırmaya başladığınız anda, hukuku korumazsınız; onu inkâr edersiniz. Ben, kimse kusura bakmasın, Enver’in söylediklerinin tümünü sevdim. Sevmemiş olsaydım da bu hukuksuzluğun karşısında dururdum, yine bu yazıyı yazardım. Çünkü mesele beğeni değil, ilke meselesi. Bu sözlerin ceza hukukuyla bastırılmasına itiraz etmek, akla ve özgürlüğe sahip çıkmak demek. Solcular bu yüzden tartışır. Çünkü tartışma eşitlik ister. Sağcılar ise hapse atar. Çünkü hapis, ikna edemeyenin son argümanı. Tarih hep aynı şeyi yazdı: Düşünceyi suç sayanlar kendilerini kurtardıklarını sandılar; oysa yalnızca kendi sonlarını hızlandırdılar.

Kuzey Kore’den Silivri’ye

Kuzey Kore’den Silivri’ye

Herhangi bir kişi size sinirlenir, birkaç cümlelik e-posta yazar, gönder tuşuna basar ve tutuklanırsınız… Bu kadar kolay mı? Bu işler böyle mi yürüyor? ÇHD’li Avukat Naim Eminoğlu, 6 Şubat depremlerinin mağdurlarının, iş cinayetinde hayatını kaybedenlerin ailelerinin müdafii. Son konuşmasında 11. Yargı Paketini şöyle eleştirdi: “Bugün Cumhurbaşkanına hakaretten bir gün ceza alsanız o bir günü yatıyorsunuz, af maf edilmiyorsunuz. Ama 50 bin kişiyi öldürünce işte bu kapsama giriyorsunuz. Böyle bir yasa bu…” Hakkında 50’den fazla davası olan müteahhitin bu yasayla serbest kalabileceğini açıklamıştı. Son konuşması diyorum çünkü hemen ardından gözaltına alınıp tutuklandı. Neden? Bir kişi 14 Ekim’de Emniyet Genel Müdürlüğüne e-posta atmış, Naim’in devleti kötülediğini yazmış: “Bir ihbarda bulunmak istiyorum. Adını Naim Feyzullah Eminoğlu olarak biliyorum. Kayseri’de FETÖ’nün okulu Melikşah Üniversitesi’nde hukuk okudu. FETÖ’nün evlerinde, yurtlarında kaldı. Ama hala avukatlık yapıyor İstanbul’da. Hala FETÖ’yü öven ve devleti kötüleyen söylemlerde bulunuyor, bu insanlar adaletin, yargının içine sızlamaya çalışıyor. Ben vatanını milletini seven bir vatandaş olarak bunların önünün kesilmesini istiyorum.” ‘BÜYÜK BİR AŞAĞILAMA’ Hemen araştırma başlatılmış, Melikşah Üniversitesinde okuduğu tespit edilmiş?.. Ardından FETÖ/PDY kapsamında hakkında işlem yapılan veya ByLock kaydı bulunan kişilerle telefonda görüştüğü de… Naim bu iddiaya karşılık, 2024 yılında dört kez baz sinyali tespit edilen yerin hapishane olduğunu, avukat olarak görüşe gittiği cezaevinden baz kaydı tespit edilmesinin normal olduğunu, diğer görüşmelerin de bazılarının avukat olduğunu bazılarının da kendisine hukuki görüş soranların aramaları olabileceğini söyledi: “Sol görüşlü biriyim, bu nedenle bu suçlama inancıma, değerlerime karşı çok büyük bir aşağılamadır.” ‘BENİ SEVMEYEN ÇOKTUR’ Avukat Eminoğlu, İstanbul 2. Sulh Ceza Hakimliğindeki sorgusunda ayrıca, kimlik bilgileri bilinmeyen kişinin ihbarına şaşırmadığını söyledi: “Maraş’taki depremden sonra toplumsal davaları takip ettim. Müteahhitlerin hepsi salıverildi. Bu ihbarı bu şahıslardan biri yapmış olabilir. Gayrettepe’deki yangında hayatını kaybeden 29 işçinin avukatıyım. Soma’da 301 madencinin, Amasra’da 42 madencinin avukatlığını yaptım. Çorlu tren katliamı davasında, Bolu otel katliamı davasında avukatlık yaptım. Birçok sosyal olayda avukatlık yaptım, bu nedenle beni sevmeyen çoktur. Bu ihbarı bu davalara baktığım için rahatsız olan kişiler yapmış olabilir. İhbarı yapan şahsın açık kimlik bilgileri belli olmadığı için dikkate alınmamalıdır.” İhbarın yapıldığı tarih, Amasra’da 42 madencinin hayatını kaybettiği iş cinayetinin 3. Yıldönümüne denk geliyor. O ihbar dikkate alındı, Naim şu anda Silivri Cezaevinde. Bu kadar kolay mıymış? YARGI MÜCADELESİ Naim ile ilgili ilk haberimi 2019 yılında yapmışım. Daha öğrenciyken, 2015 yılında ÇHD’ye üye olan Naim, Ankara Barosu’nda stajyerken, 12 Ekim 2017’de tutuklanmış, bana yazdığı mektubunda aynı hapishanede oldukları müvekkilinin tahliyesini haber vermişti: “Dört duvar arasında da olsak avukatlık yapmaya devam ediyoruz.” Kendi davasıyla ilgili de şunları yazmıştı: “15 aydır tutuklu olmama sebep olan ‘büyük suçum’ ne? Dosyada ifade veren gizli tanık 2017 yılında Kuzey Kore’ye gittiğini söylüyor. Evet, Kuzey Kore Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucu başkanının 100. doğum günü etkinliklerine katılmak üzere gittim. Gizli tanık, benim yasal pasaportumla, elçilikten aldığım vizeyle gittiğim ziyareti suç gibi gösteriyor.” Aralık 2019’da tahliye edildi, stajını 3 yıllık gecikmeyle tamamladı ama süreç bitmedi. Mayıs 2021’de avukatlık yapmaya başlayan Naim’in ruhsatı, bu “Kuzey Kore” dosyası nedeniyle, Adalet Bakanlığı’nın açtığı dava sonucu Eylül 2021’de iptal edildi. Avukatlık ruhsatını almak için de bir yargı mücadelesi verdi. ‘KEŞKE ZENGİN OLSAYDIM’ Bu mücadeleye alışkın, hikayesi, daha üniversite öğrencisiyken “parasız eğitim” sloganı attığı için gözaltına alınmasıyla başlamıştı. Hikayenin en başını da sorgusunda şöyle anlattı: “2011 yılında babamı kaybettim, hiçbir gelirimiz yoktu, ekonomik olarak kötü durumdaydım. Melikşah Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Aslında Ankara Hukuk Fakültesi’ne girebiliyordum, ekonomik durumum kötü olduğu için buraya gidemedim ve 2012 yılında Melikşah Üniversitesi’ne gittim, Türkiye 2 bin 46’ncısıydım. Üniversiteye gittiğimizde bize üniversitenin evleri ve yurdu olduğunu söylediler, üç ay evde kaldım, örgüt evi olduğunu bilmiyordum. Üniversitenin de örgüt üniversitesi olduğunu bilmiyordum. Keşke zengin olsaydım da Ankara Hukuk’a gitseydim.” Yoksul halk çocuklarını dert edinen bir halk çocuğunun bugüne kadarki hikayesi böyle. Devamını Silivri’den çıktıktan sonra kendisi yazacak.

Kültür sanat ajandası

Kültür sanat ajandası

Hazırlayan: Deniz Burak Bayrak İSTANBUL • TİYATRO Moda Sahnesi'nin yeni oyunu ‘Gonzago'nun Öldürülüşü’ 7 Ocak’ta seyirciyle buluşuyor. Bulgar oyun yazarı Nedyalko Yordanov’un oyunu, Shakespeare’in Hamlet’indeki oyuncular sahnesini merkeze alan, iktidar, kumpas, casusluk, ihanet, güç zehirlenmesi gibi temaları hicveden bir komedi. Kemal Aydoğan’ın yönettiği ve Shakespeare’in dünyasına içeriden bakan bir komedi olan oyun âdeta casusların, dalkavukların ve oyun kurucuların iç içe geçtiği, saraydaki her alanın bir başka gizli dinlemeye açıldığı, çıkışı olmayan bir labirent. • SERGİ İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) yürütücülüğünde hayata geçirilen SaDe'nin  (Sanatçı Destek Fonu) 2’nci döneminde desteklenen sanatçılar Rozelin Akgün, Cemil Çalkıcı, Aylin Çankaya, Gökçe Çetin, Nesime Karateke ve Macide Yalçınkaya’nın ürettikleri yeni eserler, 21 Aralık’a kadar Özel Saint Benoît Fransız Lisesi’nde. SaDe, bu döneme özel sadece Maraş merkezli depremlerden etkilenen sanatçıların başvurularına açıldı ve desteklenen sanatçı sayısı 5’ten 6’ya çıkarıldı. • PANEL Salt, sanatçı ve araştırmacı Chris Evans’ın girişimiyle başlatılan ‘Sanat Okulunda Alternatif Sesler’ projesi kapsamında bir panel düzenliyor. Eğitim, jeoekonomik koşullar, kültürel dinamikler ve topluluklar arasındaki etkileşimleri irdeleyen proje; sanatçılar, eğitmenler ile araştırmacıların sanat okullarındaki muhalefetin soykütüklerini tartışıp haritalayacağı bir dizi kamuya açık etkinlikten oluşuyor. Panel, 20 Aralık'ta saat 13.00’te Salt Beyoğlu’nda ücretsiz olarak gerçekleştirilecek. ESKİŞEHİR • SERGİ Odunpazarı Modern Müze’de, insanları bir araya getiren ve kültürel hafızayı besleyen ‘sofra’ kavramını odağına alan ‘Ferahfeza’ sergisi açıldı. Küratörlüğünü Yağmur Elif Ertekin’in üstlendiği sergi, sofranın yalnızca yemek yenilen bir alan olmadığını; konuşmanın, kutlamanın, yas tutmanın ve paylaşmanın merkezinde olduğunu hatırlatıyor. Sergiyi 13 Eylül 2026’ya kadar görebilirsiniz. İZMİR • KONSER Barok müziğin önemli isimlerinden Antonio Vivaldi’nin başyapıtı ‘Dört Mevsim’, İzmir Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nın yorumuyla sahnede. Vivaldi'nin doğanın 4 döngüsünü müzikal şiire dönüştürdüğü eseri, 24 Aralık saat 20.00’de Bornova KSM Necdet Aydın Sahnesi’nde.